Her gün kahve içmek yaşlanmayı yavaşlatıyor
Harvard Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, her gün kahve tüketmek yaşlanmayı yavaşlatıyor
Harvard Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, her gün kahve tüketmek yaşlanmayı yavaşlatıyor
Yazın vazgeçilmezi dondurmanın dengeli tüketilmesi gerektiğini belirten Diyetisyen Edanur Usta, “Sıklıkla yüksek oranda glikoz şurubu ve doymuş yağ içeren gıdaların tüketimi insülin direnci, karaciğer yağlanması ve obezite gibi sorunlara zemin hazırlayabilir. Bu yüzden dondurma tercihinizi güvenilir üreticilerden, içeriğini bildiğiniz ve uygun saklama koşullarında üretilmiş ürünlerden kullanmanız önerilir. Dondurmanın -18 derecede saklanması gerektiği ve bir kez çözüldükten sonra tekrar dondurulmaması gerektiği unutulmamalıdır” dedi
Et tüketimine dikkat edilmeli
Kurban Bayramı’nda et tüketiminin genellikle normalden fazla olabildiğini kaydeden Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Ancak sağlıklı kalmak ve sindirim sorunları yaşamamak için günlük et tüketim miktarına dikkat etmek önemlidir. Yetişkin bir birey için günlük et tüketimi 100-150 gram (pişmiş ağırlık) civarında olmalıdır. Kalp-damar sağlığı ve böbrek fonksiyonları dikkate alındığında et tüketimi daha sınırlı miktarda (örneğin 70-100 gram) olmalıdır” dedi.
Bayramda kavurma ve kızartmadan kaçının!
Etin pişirilme yönteminin hem besin değerini hem de sağlık üzerindeki etkilerini doğrudan etkilediğini anlatan Şahin, şöyle devam etti: “Kurban Bayramı gibi etin yoğun tüketildiği dönemlerde bu farklar daha da önem kazanır. Haşlama, önerilen sağlıklı bir pişirme yöntemidir. Düşük kalorili bir yöntem ve sindirim kolaydır. Yağ oranı azalır çünkü yağın bir kısmı suya geçer. Fırında pişirme de önerilen sağlıklı bir pişirme yöntemidir. Besin değerini büyük ölçüde korur. Doymuş yağ eklenmeden pişirme imkânı sağlar. Aşırı yüksek sıcaklıkta pişirme varsa besin kaybı ve zararlı bileşik oluşumu olabilir. Kavurma ise kaçınılması gereken bir pişirme yöntemidir. Sindirimi zor olabilir. Yüksek doymuş yağ ve kolesterol içerdiği için kalp-damar hastalıkları riski artabilir. Kızartma da kaçınılması gereken bir pişirme yöntemidir. Yağ emilimi yüksektir, bu da kaloriyi ve doymuş yağ miktarını artırır. Sindirim sistemi zorlanabilir.”
Buzdolabında 12-24 saat dinlendirilen eti pişirin
Yeni kesilmiş etin hemen tüketilmesinin hem sindirim sorunlarına yol açabildiğini hem de et kalitesi açısından uygun olmadığını ifade eden Kübra Şahin, “Hayvan kesildikten sonra et kasılır ve sertleşir. Hemen tüketilen et serttir ve çiğnenmesi, sindirimi zordur. Şişkinlik, mide ağrısı, hazımsızlık, reflü ve gastrit şikayetleri artar. Buzdolabında 12-24 saat dinlendirilen etin kas lifleri gevşer, daha yumuşak ve lezzetli hale gelir, sindirimi kolaylaşır. Ayrıca mikrobiyolojik açıdan daha güvenli olur. Uygun hijyen sağlanmazsa, taze ve ısısı düşmemiş et bakteri üremesi için uygun ortam olabilir. Özellikle saklama koşulları uygun değilse, ishal, mide bulantısı gibi gıda zehirlenmeleri oluşabilir” diye konuştu.
Kırmızı et protein ve yağ açısından zengin ama…
Kırmızı etin protein ve yağ açısından zengin, fakat lif, vitamin C ve karbonhidrat açısından fakir bir besin olduğunu dile getiren Şahin, “Sebzeler, lif kaynağıdır. Sindirim sistemini destekler, bağırsak hareketlerini düzenler, antioksidan, vitamin ve mineral kaynağıdır. Tam tahıllar (tam buğday ekmeği, bulgur pilavı), karbonhidrat kaynağıdır ve enerji sağlayıp kan şekerini dengede tutar. Lif içerikleri sayesinde etle birlikte daha uzun süre tok tutar. Yoğurt-ayran-kefir gibi fermente süt ürünleri probiyotik içerikleriyle sindirimi destekler. C vitamini içeren besinler (limonlu salata, domates, yeşil biber, maydanoz, portakal, nar vb.) demir emilimini artırır” şeklinde anlattı.
Çocuklar eti sebze ile tüketmeli
Çocukların, yaşlarına ve gelişim durumlarına göre daha az miktarda (yaklaşık 50-100 gram) et tüketmesi gerektiğine dikkat çeken Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Haşlama, fırında veya buharda pişirme tercih edilmeli. Kızartmalardan ve çok yağlı kavurmalardan kaçınılmalıdır. Bağışıklık sistemleri tam gelişmediğinden, etin iyi pişmiş olması çok önemlidir. Eti küçük parçalara ayırarak ve yanında sebze, yoğurt, tam tahıl ile tüketmeleri gereklidir” dedi.
Yaşlılara et kolay çiğnenebilir hazırlanmalı
Yaşlıların da kalp-damar sağlığı ve böbrek fonksiyonları dikkate alınarak daha sınırlı miktarda (örneğin 70-100 gram) tüketmesi gerektiğine işaret eden Şahin, “Yumuşak ve kolay çiğnenebilir şekilde hazırlanmalı. Kavurma ve kızartma gibi ağır yöntemlerden kaçınılmalı ve tansiyon problemleri nedeniyle aşırı tuz kullanılmamalıdır. Yaşlılarda mide asidi azalır, bu nedenle sert ve yağlı et ile baharat sindirim sorununa yol açabilir” ifadesinde bulundu.
Yemek sonrası hafif yürüyüşler yapmak sindirim için gerekli
Bayramda aşırı et tüketiminin sindirim sistemi üzerindeki olumsuz etkilerine de dikkat çeken Şahin, şunları söyledi: “Kabızlık, hazımsızlık ve şişkinlik, mide ağrısı ve kramp, bağırsak hareketlerinde yavaşlama olabilir. Bu olumsuz etkileri azaltmak için lifli besinlerin tüketimini arttırmak, yeterli su tüketmek, yağlı, kızartışmış yiyeceklerden uzak durmak, porsiyon kontrolü yapmak, yemek sonrası hafif yürüyüşler yapmak ve probiyotik tüketmek gerekiyor.”
Fiziksel aktivite şişkinliği azaltıyor
Et tüketimi sonrası fiziksel aktivite ve su tüketimine ilişkin de bilgi veren Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Fiziksel aktivite ile sindirim sistemini hızlandırarak mide ve bağırsakların daha iyi çalışmasını sağlar ve kabızlık riskini azaltır. Ayrıca metabolizmayı destekler, kan dolaşımını arttırır, krampları ve şişkinliği azaltır. Su tüketimi ise mide ve bağırsaklarda besinlerin çözülmesine ve emilmesine yardımcı olur. Lifli besinlerin bağırsakta hareketini kolaylaştırır. Ayrıca kabızlığı önler, vücudu detoksifiye eder ve mideyi rahatlatır” şeklinde sözlerini tamamladı.
Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Geçen günlerde sosyal medya Brezilyalı bir doktorun paylaşımıyla adeta sallandı. 8,5 milyon kişi tarafından izlenen ve hızla paylaşılan videoda Brezilya’da görev yapan Ürolog Dr. Thales Andrade yer alıyordu. Brezilya’da görev yapan bir ürolog, sıradan bir muayene gününde, hayatının belki de en ilginç vakalarından biriyle karşılaştı. Günde 3 litreye yakın kola içen genç bir adam, şiddetli böbrek ağrısıyla kliniğin kapısından içeri girdi. Ancak kimse, birazdan yaşanacakları tahmin edemezdi.
MESANESİNDEN 35 ADET TAŞ ÇIKTI
Ürolog Dr. Thales Andrade, hastasını dinledikten sonra hemen tetkiklere başladı. Görüntüleme sonuçları karşısında ise deyim yerindeyse küçük dilini yuttu. Genç adamın mesanesi, adeta bir taş tarlasına dönmüştü. Ameliyata alındığında Dr. Andrade, hastasının mesanesinden tam 35 iri taş çıkardı. Dr. Andrade bu sıra dışı vakayı sosyal medya hesabından paylaştı ve video kısa sürede 8,5 milyon kişi tarafından izlendi. Videoda yalnızca taşların görüntüsü değil, ardında yatan neden de herkesi şoke etti: Kola bağımlılığı.
Andrade, bu vakayla birlikte şekerli ve gazlı içeceklerin aşırı tüketiminin böbreklere nasıl zarar verdiğini bir kez daha hatırlattı. Özellikle fosforik asit içeren içeceklerin böbreklerde asidik bir ortam yaratarak kalsiyumun idrarda çökelmesine ve zamanla taşlara dönüşmesine neden olduğunu söyledi. Sosyal medya paylaşımında hastasının mesanesinden çıkardığı 35 taşın bir kısmını gösteren Dr. Thales Andrade, “Böbrek sağlığı, günlük olarak içtiğimiz içeceklerin seçimiyle başlar” dedi. Hastası eski sağlığına kavuşurken bu videoyu izleyen milyonlarca kişi içecek tercihlerini yeniden gözden geçirmeye karar verdiklerini anlatan yorumlarda bulundu. Peki bu mesele yalnızca Brezilya’nın problemi mi? Ne yazık ki hayır. Türkiye’de de kola ve benzeri içeceklerin tüketimi oldukça yüksek. Biz de bu kapsamda konuyu Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Emre Salabaş ile konuştuk.
Üroloji Doç. Dr. Emre Salabaş böbrek taşı oluşumunda coğrafya, iklim, diyet tarzı ve genetik faktörlerin etkili olduğunu söyleyerek açıklamalarına başladı. Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Salabaş, ” Böbrek taşı riskini artıran faktörler arasında ailede böbrek taşı olması, sıcak iklimde yaşamak, taş oluşumunu artıran genetik ve sistemik hastalılara sahip olmak sayılabilir” dedi. Böbrek taşlarının kalıtsallık oranının yüzde 45 olduğunu ileten Doç.Dr. Salabaş, özellikle tekrarlayan, her iki böbreği de içeren, ailesinde de böbrek taşı olan kişilerde genetik ve metabolik hastalık araştırmasının yapılabileceğinin bilgisini verdi. Taş riskini artıran sistemik hastalıklar içinde metabolik sendrom, hiperparatiroidizm, kemik erimesi olanlar, polikistik böbrek, mide-barsak hastalıkları olanlar ya da obezite ameliyatı geçirenler, aşırı D vitamini, spinal kort hasarı-nörojenik mesanesi olanların sayılabileceğini ileten Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Emre Salabaş, “Ayrıca böbrek-idrar kanallarının yapısında bir sorun varsa (böbrek çıkışı yolu darlığı gibi), prostat büyümesi gibi idrar geçiş hızını azaltan durumlar varsa gene taş oluşumu artabilir“ dedi.
‘İDRARIN RENGİNE BAKARAK DURUMU ANLAYABİLİRSİNİZ’
Böbrek taşının engellenmesi için önerilen sıvı miktarının günde 2.5-3 litre arasında olduğunu ileten Doç. Dr. Salabaş, içtiğimiz suya oranla, hava çok sıcak değilse, ortalama 2-2.5 litre arası idrar çıkarmamız gerektiğinin altını çizdi. Sıvı alım ihtiyacının kişinin kilosu, hava sıcaklığı, terleme ile kaybedilen suyla bağlantılı olduğunu belirtti. Kilosu fazla olan kişilerin, aşırı terleyen, yoğun fiziksel olarak çalışan ve sıcak ortamlarda bulunan kişilerin sıvı alımını artırması gerektiğini söyledi. Eğer idrar renginiz açık sarı-şeffaf arasıysa yeterli su alımı yaptığınızı anlayabilirsiniz ancak idrarınızın rengi koyu, çıkarken yakıyorsa bu belirtilerle az su içtiğinizi anlayabilirsiniz. Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Emre Salabaş, “Özellikle narenciye sularının sitrat ve bikarbonat içerikleri sayesinde böbrek taşından koruyucu etkileri görülmektedir. Portakal suyunun etkisi en fazlayken, ikinci olarak da limonata önerilirken, greyfurt öneriliyor. Gazlı ve şekerli içeceklerin tüketilmesi böbrek taşı oluşumunu artırabilir. Düşünüldüğünün aksine çay ve kahve tüketiminin taş oluşumunda herhangi bir etkisi gösterilmemiş” açıklamasında bulundu.
Peki bir kez böbrek taşı düşüren biri hayatı boyunca hep risk altında mıdır?Doç. Dr. Salabaş, böbrek taşını bir kez düşüren, kırdıran yada taş için ameliyat geçiren birinde, hayatı boyunca tekrar bir taş oluşma ihtimalinin yüzde elli olduğunu söyledi. Böbrek taşı düşürenlerde dengeli beslenmenin önemine değindi ve sebze, lif ağırlıklı beslenme önerilirken, tuz ve protein (hayvansal gıda) alımının kısıtlanması gerektiğini söyledi. Günde 1 gram kadar kalsiyum içeren besinlerin tüketilmesi gerektiğini ileten Doç. Dr. Salabaş, günlük tuz (NaCL) alımının 4-5 gram, hayvansal protein alımının ise günlük 80-100 gramla sınırlanması gerektiğinin bilgisini verdi. Ülkemizdeki böbrek taşlarının çoğunun kalsiyum oksalat taşlarından oluştuğunu ileten Doç. Dr. Salabaş, “Bu yüzden oksalat zengin yiyecek tüketimi ve aşırı C vitamini takviyelerinden kaçınılması gerekir. Ancak kesinlikle kalsiyum alımında kısıtlama yapılmamalı. Böbrek taşı olan kişiler kilosunu korumalı, günlük hareketi artırmalı, aşırı sıvı kaybını varsa azaltmalıdır” dedi.
’50’DEN FAZLA BÖBREK TAŞI ERİTTİĞİ SÖYLENEN ÖZÜT VAR’
Böbrek taşı oluşumu ve böbrek taşı düşürmek her anlamda sıkıntılı ve sancılı bir süreç olduğundan bu süreçle ilgili sayısız sağlık tüyosu duymuş olabilirsiniz. Bunların içinde de en çok yer alan tüyo gilaburu meyvesi tüketmeye işaret eder. Böbrek taşı dökerken gilaburu meyvesi tüketmek yararlı olabilir mi? Doç. Dr. Salabaş şu ifadelerini kullandı:
KENDİLİĞİNDEN DE ERİYEBİLİR! TEDAVİ EDİLMEZSE SONU DİYALİZ
Böbrek taşlarının tedavi edilmemesi ve idrar kanallarını tıkaması durumunda çok şiddetli yan ağrısı, ateş, bulantı, idrarda yanma, kanama ve idrara sık gitme gibi şikâyetlere sebep olabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Salabaş, “Tıkanıklığın devam edip idrar kanalarının açılmadığı durumlarda ise orta/uzun vadede böbrek yetmezliği ve hatta diyalize girme ihtiyacı olabiliyor. Zamanlamanın kritik olması sebebiyle, özellikle tıkanıklığa sebep olmuş böbrek taşlarına ivedi müdahale edilmesi, böbreğin fonksiyonlarının korunması için önem arz eder. Taş sonrası böbrek yetmezliği gelişmesi konusunda özellikle kilolu, sık idrar yolu enfeksiyonu geçiren, tek böbrekli, mesanesi çalışmayan (nörojen mesane) hastalar ekstra risk altındadırlar” diyerek akıllardaki soru işaretlerini giderdi.
Açıklamalarını böbrek taşını en kolay tedavi eden yöntemi açıklayarak sonlandıran Doç. Dr. Emre Salabaş, “Böbrek taşını yukarıda anlattığımız diyet, yaşam tarzı ve sıvı alımıyla azaltabiliriz. Halk arasında böbrek taşı erimesi diye bilinen genelikle küçük taşların kendiliğinden fark edilmeden düşmesi prensibine dayanır. Ancak taş düşürmüş, taş kırdırmış yada bunun için ameliyat olmuş kişilerde özel taş analizleri ve genetik analizilere kişiye özel tedaviler önerilebilir” dedi. Taş tipi ve kişinin metabolik değerlendirmesini bilmeden, genel geçer önerilerde bulunmak, taş oluşumunu azaltacağı yerde artırabileceğini yada başka sıkıntılara sebep olabileceğini ileten Doç. Dr. Salabaş, “Ayrıca böbrekte, idrar yollarında tıkanıklığa ve iltihaba sebep olan taşların farkedilmesi ve müdahele gerekliyse yapılması hayati önem taşır. Gelişen teknoloji ile böbrek içindeki taşlara fiberoptik görüntüleme yöntemleri ve lazer teknolojisiyle müdahele edilebiliyor” diye konuştu.
“Ani idrarım geldi, yetişemedim”, “Çok sık idrara çıkıyorum, böbreklerim iyi çalışıyor”, “Evden çıkmadan önce mutlaka tuvalete girerim” Günlük hayatımızda yaşadığımız veya çevremizden sıkça duyduğumuz bu yakınmalar, toplumda “aşırı aktif mesane” olarak bilinen mesane hiperaktivitesi hastalığının sinyali olabilir.
Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Yirmilik yaş dişleri olarak bilinen üçüncü azı dişleri bir zamanlar çiğneme işlemine büyük bir katkı sunsa da zamanla bu işlevini kaybetmiş dişlerdir. Hem alt hem de üst çenede bulunan toplam dört adet 20’lik diş çoğu kişi için oldukça can sıkıcıdır. Genelde 17-25 yaşları arasında bir anda beliriveren ve çıkmaya çalışırken ağrı veren yirmilik diş çoğu zaman cerrahi bir operasyon sonucu alınır. Bazıları 20’lik diş çıkarma konusunda şanslı olurken bazılarının korkulu rüyasıdır. Ancak yapılan son bilimsel araştırmalar yirmilik dişin mucizevi gücünü ortaya çıkardı. Yapılan araştırmalara göre yirmilik dişin pulpa kısmı (sinir liflerini ve kan damarlarını destekleyen bağ dokusu) nörolojik hastalıklardan kardiyovasküler hastalıklara, ortopedik hastalıklardan göz hastalıklarına kadar birçok sağlık sorununa çözümcül bir yaklaşım sunabilir.
YİRMİLİK DİŞTE DEVRİM NİTELİĞİNDE ÇALIŞMA
2000’li yıllarda uzmanların radarına takılan 20’lik dişin birçok sağlık sorununa çare olabileceği fikri yıllar içinde geliştirilerek araştırmalarla birlikte son nokta kondu. Günümüzde pek çok kişi için gereksiz kabul edilen yirmilik dişin kök hücrelerinin beyin hücrelerinden kıkırdağa kadar farklı insan dokularına dönüşebildiği ortaya çıktı. Yirmilik dişlerin pulpa kısmının, mezenkimal kök hücreler açısından zengin olabileceğini gösteren bu çalışmalar sayesinde artık bazı diş klinikleri, çekilen 20’lik dişlerden kök hücre toplamaya ve bunları özel biyobankalarda saklamaya başladı. ABD ve Avrupa’da yirmilik dişler artık çöpe atılmıyor, biyobankalara gönderiliyor. Tıbbi bir hazine olarak nitelendirilen yirmilik diş hangi hastalıklara potansiyel bir tedavi sunuyor? Tüm detayları Ağız, Diş ve Çene cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. MünirDemirel’e sorduk.
Açıklamalarına yirmilik dişlerin saklanmasının gelecekteki potansiyel tedaviler açısından önemli bir biyolojik kaynak sağlayabileceğini söyleyerek başlayan Doç. Dr. MünirDemirel, “Bu dişlerin pulpa dokusu, mezenkimal kök hücreler (MSC) açısından zengindir. MSC’ler, sinir, kas, kıkırdak, kemik ve yağ hücrelerine farklılaşma kapasitesine sahiptir. Kök hücre bankacılığı alanındaki gelişmelerle birlikte, özellikle 20’lik diş gibi doğal kaynakların korunması, kişiye özel rejeneratif tedavi seçenekleri sunma potansiyeline sahiptir” dedi.
KORNEA NAKLİ İŞE YARAMAZSA DEVREYE GİRİYOR
20’lik dişlerden alınan kök hücrenin birçok hastalığın tedavisinde kullanılabileceğinin altını çizen Doç. Dr. MünirDemirel, Parkinson, Alzheimer, spinal kord (omurilik) yaralanmaları gibi nörolojik hastalıklarda, kalp krizi sonrası kalp dokusunun onarımı gibi kardiyovasküler hastalıklarda, kemik kırıkları, kıkırdak rejenerasyonu gibi ortopedik uygulamalarda, diş hekimliği ve çene cerrahisinde, diyabet, karaciğer ve böbrek hastalıkları gibi sistemik rahatsızlıklarda kullanabileceğini iletti. En çok dikkat çeken tedavi yöntemlerinden bir tanesi de 20’lik dişin göz naklinde de tedavi edici olması. Kornea naklinin işe yaramadığı durumlarda, hastaların dişlerinden yapılan özel bir protez görme yetisinin yeniden kazanılmasına yardımcı oluyor. Osteo-odonto-keratoprotez (OOKP, ismi verilen görme yetisini kaybetmiş ancak kornea nakli yapılamayan hastalarda uygulanan ileri düzey bir tedavi yöntemi olan bu işlemi Doç. Dr. MünirDemirel şu şekilde anlattı:
“Hastanın bir dişi (genellikle köpek dişi) ve bir parça çene kemiği alınarak göz içine yerleştirilecek yapay bir kornea yapılır. Bu biyolojik yapı, optik lensin tutunmasını sağlar ve göz içine yerleştirilir. Bu uygulama, dişin biyomekanik ve biyouyumlu yapısının sadece ağız içinde değil, farklı organ sistemlerinde de işlev görebileceğini gösterir. Dişin sert dokusu (özellikle dentin) ve canlı pulpası, vücut tarafından reddedilmeden bir taşıyıcı yapı olarak kullanılabilir. Bu yöntem, dişin sadece çiğneme değil, rejeneratif tıpta biyolojik yapı taşı olarak da değerlendirilebileceğini gösteriyor.”
Bu tedavilerin çoğunun hâlâ deneysel aşamada olduğunun altını çizenDoç. Dr. MünirDemirel, klinik uygulamalar için daha fazla araştırma ve regülasyona gerek olduğunu da ekledi.
ÇEKİLEN, ÇÜRÜYEN DİŞİ UNUTUN: YENİSİ ÇIKACAK
Diş sağlığını konu alan bilimsel çalışmalar tam gaz devam ederken yirmilik dişin birçok hastalıkta kullanılmasının yanı sıra çürümüş ve çekilmiş dişlerin yerinde yeniden diş çıkması mümkün olabilir. Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde yapılan yeni bir çalışmada uzmanlar, diş gelişiminde BMP ve Wnt isimli proteinlerinin gelişmesini engelleyen USAG-1 isimli protein genini incelemeye aldı. USAG-1 için çeşitli antikorların etkileri araştırıldı. USAG-1 isimli bu protein, diş oluşumlarının önüne geçen en büyük sebeplerden biri. Eğer USAG-1 engellenebilirse çürüyen ve çekilen dişlerin yeniden büyümesi mümkün olabilir. Denemeleri fareler üzerinde yapılan ilaç çürüyen, çekilen bir dişin yerinde protez ya da implant uygulanmadan yeniden diş çıkabilir.
Doç. Dr. MünirDemirel Kyoto Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmanın devrim niteliğinde olduğunu söyledi. USAG-1 proteininin baskılanmasının, diş tomurcuğunun doğal gelişimini yeniden tetikleyebileceğini ileten Doç.Dr. Münir Demirel, sözlerini şöyle noktaladı:
Kadın sağlığını tehdit ediyor
Son dönemde sosyal medya platformlarında hızla yayılan ve “gençleşme” vaadiyle paylaşılan bir trend, kadın sağlığını tehdit ediyor: Vajinal östrojen kremlerinin yüz bölgesine sürülmesi. TikTok ve Instagram gibi mecralarda kullanıcılar tarafından önerilen bu yöntem, bilimsel dayanağı olmayan ve ciddi sağlık riskleri barındıran bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, bu akımın tıbbi açıdan büyük tehlike içerdiğini belirterek, “Bu kremler sadece vajinal kullanım içindir, yüze sürüldüğünde sistemik hormon dengesini bozabilir” diyerek net bir uyarıda bulunuyor.
Sosyal medya kaynaklı tehlikeli güzellik uygulaması
Son dönemde sosyal medya platformlarında vajinal östrojen kremlerinin cilt gençleştirme amacıyla yüz bölgesine sürülmesi yönündeki öneriler dikkat çekiyor. Ancak bu uygulama, tıbbi açıdan ciddi riskler barındırıyor. Hormon içeriği yüksek olan bu kremlerin bilinçsizce kullanılması konusunda uzmanlar kamuoyunu uyarıyor.
“Bu kremler yalnızca vajinal kullanım içindir”
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, östrojen içerikli kremlerin yalnızca vajinal bölgedeki yerel problemler için geliştirildiğini belirterek şu açıklamayı yaptı: “Östrojen içeren kremler, hassas bir hormonal denge içinde yalnızca lokal vajinal destek için formüle edilmiştir. Yüze veya geniş cilt yüzeyine uygulanması, sistemik emilim riskini artırır ve uzun vadede meme, rahim veya yumurtalık gibi hormon duyarlı dokulara etki edebilir.”
Hormon tedavileri ciddi tıbbi takip gerektirir
Vajinal östrojen kremleri menopoz sonrası dönemde vajinal kuruluk, yanma, elastikiyet kaybı ve cinsel ilişkide ağrı gibi şikayetlerin giderilmesi için geliştirilmiştir. Bu ürünlerin yalnızca kadın doğum uzmanı kontrolünde ve gerekli tanı konulduktan sonra reçetelendirilmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Şen, gereksiz hormon kullanımının tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini belirtti: “20’li, 30’lu yaşlarda östrojen dengesine müdahale etmek, faydadan çok zarar getirebilir. Bu hormonlar güçlüdür ve bilinçsizce cilde uygulanmaları sadece cilt problemleri değil, aynı zamanda sistemik rahatsızlıklara da kapı aralayabilir.”
Cilt bakımı için dermatoloğa, hormon desteği için jinekoloğa
Cilt kuruluğu ve kırışıklık gibi estetik şikayetlerin çözümünde farklı uzmanlık alanlarının devreye girmesi gerektiğini hatırlatan Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, şu önerilerde bulundu: “Yüz bölgenizde kuruluk ya da kırışıklık varsa, A vitamini türevli kremler, hyalüronik asit bazlı ürünler veya dermatoloji uzmanlarının önerdiği tedavilere yönelin. Vajinal östrojen kremleri bir sosyal medya trendi değil; ciddi tıbbi kontrol gerektiren hormon içeren tedavilerdir.”
“Sağlık, sosyal medya tavsiyelerine bırakılamaz”
Dr. Şen, son olarak sağlıkla ilgili her tür kararın uzman hekim kontrolünde alınması gerektiğini vurguladı. Sosyal medya üzerinden yayılan ve tıbbi dayanağı olmayan uygulamalara itibar edilmemesi gerektiğini belirterek, hormon içerikli ürünlerin mutlaka profesyonel rehberlikle kullanılması gerektiğini ifade etti.