Parkinson’u yüzde 98 doğrulukla tespit ettiler
Eğitilmiş köpeklerin, Parkinson hastalığını yüzde 98 doğrulukla tespit ettiği bildirildi
Eğitilmiş köpeklerin, Parkinson hastalığını yüzde 98 doğrulukla tespit ettiği bildirildi
Vantilatörler, hem serinletici etkisi hem de yarattığı arka plan gürültüsüyle birçok kişi için uykuya geçişi kolaylaştıran bir yardımcı olabiliyor. Ancak uzmanlar yanlış kullanımın sağlığa büyük etkileri olduğundan söz ediyor.
Sıtmaya yakalanan bebek ve 5 kilograma kadarki küçük çocukların tedavisinde kullanılmak üzere geliştirilen ilk sıtma ilacı, İsviçre’nin resmi ilaç denetim kurumu Swissmedic tarafından onaylandı. BBC’nin…Devamı için tıklayınız
Saç boyaları ile kan hastalıkları arasındaki ilişki, uzun süredir bilim dünyasında tartışılan bir konu. Hematoloji Uzmanı Doç. Dr. Aysun Halaçoğlu, özellikle eski nesil saç boyalarının kanserojen etki gösterebileceğine dikkat çekiyor. Halaçoğlu, bu nedenle saç boyama alışkanlıklarında daha güvenli yöntemlerin tercih edilmesi gerektiğini vurguladı
Kırıkkalpsendromunun, yoğun stres, ani üzüntü veya aşırı duygusal travmalar sonucunda kalbin geçici olarak zayıflamasıyla ortaya çıkan bir durum olduğunu aktaran Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, “Genellikle sevilen birinin kaybı, iş ile ilgili problemler, ayrılık, büyük korkular veya beklenmedik biçimde gerçekleşen ani olaylar tetikleyici olabilir” dedi. Yapı itibariylekalpkrizine benzer belirtiler gösterse de, ortaya çıkış nedenleri arasında farklar olduğunu vurgulayan Aydın, “Kalpkrizi damar vekalpdamarının durumları ile ilgilidir. Yani doğrudankalpte ortaya çıkan organik problemlerle ilişkili. Kırıkkalpsendromu belirtileriyse stres hormonlarınınkalpkasına olan etkilerden dolayı ortaya çıkar. Göğüs ağrısı, bulantı, baş dönmesi, nefes darlığı, çarpıntı, halsizlik ve sersemlik gibi belirtiler görülebilir. Kırıkkalpsendromu olan kişilerde yapılan testlerde damar tıkanıklığı gibi problemler görülmez. Yoğun strese bağlı olarakkalpte ve vücutta birtakım belirtiler ortaya çıkar” açıklamasını yaptı.
Üzüntü, korku, kayıp veya travmatik olaylar tetikleyebiliyor!
Çoğu hastanın, uygun tedaviyle birkaç hafta içinde tamamen iyileştiğini vekalpte kalıcı bir hasar kalmadığını dile getiren Uzman Klinik Psikolog CumaliAydın, “Ancak bazı durumlarda,kalpkasının toparlanması daha uzun sürebilir ve nadiren de olsakalpyetmezliği gibi komplikasyonlara yol açabilir. Özellikle daha öncekalphastalığı olan veya tekrarlayan ataklar yaşayan kişilerde, kalbin pompalama gücü kalıcı olarak azalabilir” dedi. Bu nedenle, stres yönetimi ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemenin, kırıkkalpsendromunun tekrarlamasını önlemek için önemli olduğuna dikkat çeken Aydın, şunları söyledi:
Duygusal hassasiyet riski artırıyor!
Kişilik özelliklerinin, kırıkkalpsendromunun gelişiminde etkili olabileceğine değinen Uzman Klinik Psikolog CumaliAydın, “Araştırmalar, daha duyarlı, aşırı empatik, stresle başa çıkma mekanizmaları zayıf olan ya da aşırı duygusal kişilerde bu sendromun gelişme riskinin daha yüksek olduğunu gösteriyor” dedi. Duygusal olarak daha hassas bireylerin, stresli olayları daha yoğun hissedebileceğine ve bu durumkalpüzerinde daha büyük bir baskı yaratabileceğine işaret eden Aydın, “Kişilik özelliklerinin yanı sıra, geçmişte yaşanan travmalar, stresle başa çıkma biçimleri ve sosyal destek düzeyi de risk faktörlerini etkileyebilir. Özetle, duygusal hassasiyet ve stresle başa çıkma yeteneği, kırıkkalpsendromu riskini artıran önemli faktörler arasında yer alabilir” şeklinde konuştu.
Stres yönetimi başa çıkmak için önemli bir adım!
Kırıkkalpsendromu yaşayan bir kişinin, öncelikle duygusal ve psikolojik açıdan desteklenmesi gerektiğini dile getiren Uzman Klinik Psikolog CumaliAydın, “Bu kişiler için, duygusal travmanın iyileşmesi kadar, psikolojik destek de önemlidir” dedi. Öncelikle, kişinin yaşadığı duygusal acıyı anlamak ve onlara empati göstermek gerektiğini kaydeden Aydın, sözlerini şöyle tamamladı:
Çene kemiklerinin erimesinin farklı sebepleri olduğunu dile getirenDr. Öğr. Üyesi Seda Altop, “Basit bir diş çekiminden sonra bile beyin, ‘biz orayı artık kullanmıyoruz dolayısıyla yıkıma başlayabiliriz’ gibi bir komut veriyor. Bu nedenle uzun süre dişsiz kalan hastalarda ciddi anlamda bir çene kemiği erimesiyle karşılaşılıyor” dedi. İmplant yapım aşamalarından bahseden Altop, “Çene kemiğinin hacmi standart implant yapımı için uygun değilse o zaman zigomatik, kemikten ve bunun yan duvarından destek alacak şekilde bir tasarım yapılır” şeklinde konuştu.
‘İmplant mecburiyet’
Hareketli protezlerin implantın alternatifi değil, mecburiyet olduğunu aktaran Dr. Öğr. Üyesi Seda Altop, “İnsan ömrü uzadığı için o hareketli ve konforsuz dişlerle de uzun yıllar yaşamak istemiyor insanlar. Dolayısıyla sabit bir protez beklentisi oluyor” dedi. Daha iyi bir çiğneme fonksiyonu isteyen ve estetik açıdan da daha yüksek beklentileri olan hastalara, kişiye özel tasarlanan implant tedavisi uygulandığını kaydeden Altop, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kanal tedavili dişlerde apse gibi bazı sorunlar görülebiliyor ama implantlar zaten sağlıklı kemiğin içerisine yapıldığı için rutin bir takip gerekli. Ancak hastanın ağız hijyeni çok kötüyse, çok yoğun sigara kullanımı varsa, bir takım başka faktörlerle birlikte nasıl diş kaybı meydana gelebiliyorsa implantta da yine o tipte bir enfeksiyon meydana gelebilir.”
İmplant tedavisi, kişiye özel uygulanır!
Çene kemiği erimesine genetik faktörler, kontrolsüz diyabet, erken yaşta diş kayıpları, sendromlar veya travmaların neden olabileceğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Seda Altop, “Bir tümör operasyonu ya da bir kist operasyonu da o bölgedeki kemik kaybına neden olabiliyor” dedi. İmplant uygulamasının 3 boyutlu bir tomografi analizi ile başladığını dile getiren Altop, “Kemik yüzeyi ile diş etinin arasına yerleştirilecek implantlar için 3 boyutlu bir tomografi analizi yapılır ve kemiğin en uygun olduğu noktalar analiz edilir. Yani en yoğun olduğu, anatomik oluşumlardan uzak olan ve vidaların en uygun nokta atışı yerleri tespit edilir. Sonrasında da kişiye özel olarak üretimi yapılır. Birkaç haftalık bekleme süresinin ardından genel anestezi altında bir operasyonla hastalara uygulanır. Aynı seansta geçici diş de yine aynı şekilde yapılabiliyor. 3 hafta sonrasında da yumuşak doku tamamen iyileştikten sonra da esas kalıcı dişler hastalara uygulanabiliyor” açıklamasını yaptı.
İleri cerrahi yöntemler gerekebilir!
Diş kaybının belirtisi olabilecek durumlara değinenDr. Öğr. Üyesi Seda Altop, “Bir dişin kaybına sebep olan şeyler, derin çürük gibi enfekte birtakım oluşumlar ve kırık dişler olarak karşımıza çıkıyor” dedi. Her diş kaybının implant gerektirdiğine işaret eden Altop, “Ancak kırık dişle uzun süre yaşıyor olmak o bölgede bir enfeksiyonu da aynı zamanda başlatabilir ve kemikte bir yıkıma sebep olabilir. Konumuz aslında standart implant yapabiliyor olmak. Fakat bölgede çok ciddi bir yıkım oluştuysa o zaman mevcut haliyle implant yapılamıyor. Başka seçeneklerin değerlendirilmesi gerekiyor. Kemik ekleme ameliyatı, zigomatik implant gibi ya da bu tipte son 5 yıldır dünyada tekrar gündeme gelen subperiostal implant gibi daha ileri cerrahi işlemlere geçmek durumunda kalınabiliyor” şeklinde konuştu.
İmplantların ömrü ortalama 20 yıl!
İmplantların ömür boyu kullanılabileceğini söylemenin doğru olmadığının altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Seda Altop, “Ortalama sağkalım süresi yaklaşık 20 yıl civarındadır. Ancak bu süre; hastanın yaşı, sistemik hastalıkları ve ağız bakımına gösterdiği özen gibi faktörlere bağlı olarak değişebilir” dedi. İmplant tedavisinin ilk bakışta maliyetli gibi görünse de sağladığı çiğneme konforu, estetik katkısı ve psikolojik etkileri göz önüne alındığında uzun vadede değerli bir yatırım olduğunu kaydeden Altop, sözlerini şöyle tamamladı: “Diş sıkmak, tek başına diş kaybına yol açmaz ancak mikro travmalara neden olarak diş yüzeylerinde aşınmalara yol açabilir. Bu nedenle diş sıkmak, diş kaybı için hazırlayıcı bir faktör olarak değerlendirilebilir. Kök hücre ve genetik çalışmalar gibi biyoteknolojik gelişmeler hâlen araştırma aşamasındadır. Ancak önümüzdeki 20-25 yıl içinde, hastaların suya koyarak kullandığı hareketli protezlere ihtiyaç duymayacağı öngörülüyor.”
Dünya genelinde oldukça sık görülen göz hastalıklarından biri olan ve 2000’li yılların başlarında çocukluk çağında yüzde 20’ler düzeyinde bildirilen miyopinin görülme oranı son yıllarda belirgin yükseliş gösteriyor. Öyle ki Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre miyopi dünya genelinde yüzde 33’lere yükselmiş durumda! Yani her üç kişiden 1’ine miyopi tanısı konuluyor. Gerekli önlemler alınmazsa 2050 yılında bu rakamın yüzde 50’lere varacağı öngörülüyor. Bir başka deyişle, her 2 kişiden 1’inde miyopi görüleceği düşünülüyor!
Türkiye’de kapsamlı bir tarama çalışması olmamakla birlikte, klinik gözlemler, son 30 yılda miyopi sıklığının belirgin arttığını ve okul çağındaki çocuklarda yaklaşık yüzde 9 düzeylerine ulaştığını gösteriyor.Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan,“Genetik etkenler güçlü bir risk faktörü olsa da küresel ölçekte ‘miyopi salgını’ olarak nitelenen bu artışın en önemli sebepleri,özellikle şehirleşmeyle birlikte, çocukların açık havada daha az vakit geçirmeleri ve daha fazla süreyi kapalı ortamlarda okuma, bilgisayar ve tablet kullanımı gibi yakın mesafeden yapılan aktivitelerle geçirmeleridir.Zira, doğal gün ışığına maruziyetin azalması gözlerde miyopiyi engelleyici mekanizmaların, örneğin retina dokusunda salgılanan ve gözün uzamasını baskılayan dopamin hormonunun yeterince tetiklenememesine yol açar, bunun sonucunda miyopi gelişir” diyor.
Görme kayıplarına neden olabilir
Miyopi, halk arasında uzağı görememe olarak bilinen bir görme bozukluğu olarak tanımlanıyor. Normalde gözün önüne gelen ışınlar retinanın üzerinde odaklanarak net bir görüntü oluşturuyor. Miyopide ise gözün yapısal özellikleri nedeniyle ışınlar retina düzleminin önünde odaklanıyor. Bu durum, özellikle uzaktaki nesnelerin bulanık görülmesine yol açıyor.Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan, tedavi edilmeyen miyopinin çocuklarda okul başarısını ve yaşam kalitesini olumsuz etkilerken, yüksek derecelere ulaştığında geri dönüşümü olmayan görme kayıplarına yol açabilen retina dekolmanı, glokom ve erken katarakt gibi ciddi göz hastalıklarına da zemin hazırlayabildiği uyarısındabulunuyor. Bu nedenle miyopinin erken dönemde tedavi edilmesi, daha da önemlisi gelişme riskinin azaltılması büyük bir önem taşıyor.
Miyopi riskine karşı 5 kritik kural
Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan, genellikle okul çağında, özellikle de ilkokul yıllarından ergenlik dönemine uzanan süreçte ortaya çıkan ve ilerleyen miyopinin riskini azaltmak veya ilerlemesini yavaşlatmak için ailelerin alabilecekleri basit ama etkili önlemler olduğuna işaret ederek, “Yaşam tarzı önlemleri tek başına miyopiyi tamamen engellemese de risk faktörlerini azaltır ve mevcut miyopinin ilerleme hızını düşürür. Ailelerin bu konularda çocuklarına sağlıklı görme alışkanlıkları kazandırmaları, miyopiyle mücadelede uzun vadede çok değerli katkılar sağlayacaktır” diyor.
1- Her gün en az 1-2 saatini açık havada geçirmeli
Çocuğun her gün bol miktarda gün ışığı alması ve açık havada oynaması, miyopiyi önlemede en güçlü koruyucu faktörlerden birini oluşturuyor. Bilimsel araştırmalara göre; açık havada geçirilen ek her 40 dakikanın miyopi gelişme riskini anlamlı oranda (yüzde 23’e varan düzeyde) azalttığı gösterilmiş. Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan,çocukların günde en az 1-2 saatini açık havada geçirmelerini önerdiklerini belirterek, “Haftada 10-14 saat ve üzeri dışarıda bulunan çocuklarda miyopi oranlarının belirgin şekilde daha düşük olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle, okul sonrasında veya hafta sonu aktivitelerinde park, bahçe, açık alan oyunları gibi fırsatlar artırılmalıdır” bilgisini veriyor.
2- Ekrana bakma süresi günde 2 saati aşmasın
Çocuğunuzun tablet, akıllı telefon, televizyon ve bilgisayar gibi dijital ekranlar karşısında geçirdiği süreyi mümkün olduğunca kontrol altına almalısınız. Özellikle küçük yaş gruplarında ekran maruziyetinin uzun süreli olması, gözleri yakına odaklanma konusunda zorluyor ve göz kırpma sıklığını azaltarak, göz kuruluğuna yol açıyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan, özellikle 5-17 yaş arasındaki çocuklarda ekran süresinin günde 2 saatten fazla olmaması gerektiğini belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor:
3- Okuma mesafesi en az 30-40 santim olmalı
Çocukların kitap okurken, yazı yazarken veya tablet/telefon kullanırken doğru mesafeyi korumaları da miyopi riskini azaltmada kilit bir rol üstleniyor. Okuma mesafesinin en az 30-40 cm olması öneriliyor. Çocuğun çalışma masasında dik oturması, kitabı gözüne yapıştırmaması ve gerekirse büyük puntolu metinler kullanması faydalı oluyor. Bunların yanı sıra uzun süreli yakın çalışma durumlarında düzenli mola vermesi de önem taşıyor.,
4- Çalışma odasında gün ışığı çok önemli
Çocuğun ders çalıştığı veya kitap okuduğu ortamın iyi aydınlatılması göz sağlığı açısından kritik bir önem taşıyor. Zira, yetersiz ışık göz bebeklerinin genişlemesine ve odaklanmanın zorlaşmasına yol açarak gözleri gereğinden fazla zorluyor; bu durum uzun vadede miyopi gelişimini hızlandırabiliyor. Bu yüzden, çocuğun çalışma odasında mümkün mertebe gün ışığı kullanımının teşvik edilmesi gerektiğine işaret eden Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan, “Eğer yapay ışık kullanılıyorsa, ışığın göze doğrudan gelmeyecek şekilde, uygun açıda konumlandırılması gerekir. Masa lambası kullanılıyorsa, ışık kaynağı sayfayı aydınlatmalı, ancak çocuğun gözüne parlamamalıdır” diye konuşuyor.
5- Eşyaların yüksekliğine dikkat edin
Miyopi riskine karşı alabileceğiniz bir başka önemli önlem ise çocuğunuzun çalışma ortamındaki eşyaların düzenine dikkat etmek. Masa ve sandalyenin yüksekliğini çocuğunuzun rahat bir görüş pozisyonunda olacağı şekilde ayarlamanız gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Semra Akkaya Turhan, “Çocuğunuz ne çok eğilerek ne de uzanarak çalışmalıdır” diyor.