AMERİKA İÇ SAVAŞINI İRAN’A TAŞIMAK

1- israil (=Amerika ) nihayet İran’a saldırdı. (Kolonyal dönemde kuruluş ismi “NEW ESRAEL” olan Amerika Birleşik Devletleri’nin halen israil ile aynı beden, aynı yapı olduğunu kabullenemeyenler Ortadoğu’da hiçbir sağlıklı analiz yapamaz, sağlıklı proje üretemez ve sağlıklı yol yürüyemezler. israil ve Amerika özünde tek yapıdır. Soru şu olmalıdır: Tel Aviv’den mi yönetiliyor bu “İsro-Amerikan yapı” / (Judeo-Christian = Püriten yapı) yoksa Washington’dan mı? Aslında cevabı da basittir. Siyonizm ile ilgili kararlar Telaviv’den, Amerikan çıkarlarıyla ilgili olanlar da Washington’dan alınır. Misalen; İran ve Orta Doğu ile ilgili kararların ağırlık merkezi Telaviv iken, Çin, Rusya, Avrupa ile ilgili kararlar daha ziyade Washington’da alınır. Ama mutlaka kararlarda organik bağ ve istişare mevcuttur. Şu hususu da göz ardı etmeyelim ki; Amerika özellikle Los Angeles ve California eyaletlerinde iç savaşın eşiğine gelmişken; israilin bu İran saldırısıyla bir can simidi gibi Amerika’nın ve Trump’ın imdadına yetişmesi söz konusu ettiğimiz bu organik bağın en çarpıcı örneklerindendir. Muhtemel Amerika iç savaşını İran’a taşıdılar. Mevcut hazırlıkların önceden başlatılmış olması bu tezin yanlış olduğu anlamına gelmez. Zaten onların bu tarz hazırlıkları her zaman mevcuttur. Sonrası ve gerektiği zaman için planlanan bir saldırı böylesi bir süreçte tam zamanıdır denilerek ileri çekilmiştir. israil ve Amerika istihbaratları belli konularda ortak çalışır. İhtiyaç olduğu anda da ortak harekete geçerler. 6 GÜN ARAP SAVAŞI VE 600 GÜN GAZZE SAVAŞI! 2- Amerika gibi İsrail de son dönemde zor günler yaşamaktaydı Filistin’de özellikle Gazze’de… Yakın dönemde görüştüğümüz Ehlî Gaza ve Gazze’den bir Üstadın deyişiyle; “6 gün Arap savaşında üç Arap ülkesi dönemlerinin en güçlü durumunda ve israil ise en zayıf durumundaydı. Fakat israil bugün gücünün zirvesinde ve kahraman Gazze’nin evlatları ise çok zor şartlarda ve mütevazı silahlarla 600 gündür direniyorlar. Allah’ın izniyle mağlup olmayacaklar, bu israil karşısındaki en büyük galibiyettir ve israili kudurtmuş.” Tam da böylesi bir süreçte tıpkı Amerika’daki gibi İran’a saldırmakla dikkatleri başka yöne çekti. Belki Gazze’de çok daha mel’unca operasyonlara başvuracaktır. Dünya’nın ve Müslümanların gözlerini Gazze’den çekmemesi gerekmektedir. Tam da bu süreçte Amerika’nın Telaviv büyükelçisinin 2 devletli çözüme karşı olduklarını belirtip: “Filistin devleti nerede kurulacak? Müslüman devletlerin israilden 644 kat büyüklükte toprakları var istiyorlarsa Filistin devletini kendi topraklarında kursunlar” söylemi, Amerika ve israilin düşündükleri pratiğin teorisini de oluşturmaya başladıklarını gösteriyor. VEKÂLET SAVAŞLARI ASIL SAVAŞLARA EVRİLİYOR 3- Vekâlet savaşlarının sekmendi bir derece daha yükseldi. israil aynı zamanda Amerika’nın Ortadoğu’daki vekilidir. Daha önce örgütsel düzeyde vekâlet savaşları söz konusuydu. HAMAS, İslami Cihat, Hizbullah, Ensarullah gibi ÖRGÜTSEL CEPHE SAVAŞLARI, İran saldırısıyla beraber DEVLET CEPHE SAVAŞINA dönüştü. Bunun bir sonraki aşaması ya da son sekmendi Amerika’nın Çin ile girişeceği savaştır. Bunu NATO (ABD- AB) ve ŞANGHAY (Avrasya) kutuplarının savaşı olarak tanımlamak da yanlış değildir. Bu çatışmanın Ukrayna, Kuzey Kore, Güney Çin Denizi, Afrika gibi cephelerini de birlikte düşünmek gerekir. 4- Bu savaş esasında yeni bir milenyumda Dünyadaki hâkim Emperyal güçlerin dünyayı yeni menfaat alanlarına göre bölme, dizayn etme savaşı olacaktır. Bu bağlamda dünyanın önemli bir merkezi olan Ortadoğu’nun da yeniden taksim edilmesi ve dizaynı kaçınılmazdır. 19. yüzyılda İngiltere’nin kendisini merkeze alarak dünyayı Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu şeklinde parsellemesiyle kastedilen Orta Doğu, aslında İslam coğrafyasıdır. Bu bağlamda Malezya Endonezya gibi İslam ülkeleri de Kuzey Afrika ülkeleri de Ortadoğu tanımlaması içindedir. MÜSLÜMAN MİLLETLER OLUP BİTENDEN DERS ÇIKARMALIDIRLAR 5- Ortadoğu özelinde, genel anlamda da İslam Coğrafyalarının ve Ülkelerinin kendilerini Batı ya da Avrasya cephesi içinde konumlandırma ve yerleştirme çabaları hepsine zarar vermektedir. Rusya’nın İran’ı hem Suriye cephesi çerçevesinde hem de son israil saldırısında en hafif tabiriyle adeta yumuşak bir üslupla yüzüstü bırakması bu kapsamda değerlendirilmelidir. (Çin ve Hindistan’ı da İran konusunda bu kategoride değerlendirmek gerekir. Zira İran’ın da içinde yer aldığı ŞANGHAY birliğindendirler. Tıpkı diğer kesimin NATO birliğine güvenmeleri gibi.) Türkiye’nin de zaman zaman önemli işlerinde Amerika, Avrupa ve müttefik gördüğü NATO bloğu tarafından yüzüstü bırakılması, İran’ın bu durumuna benzemektedir. Türkiye’nin de İran tarzı ciddi bir mücadele içerisinde söz konusu bu müttefikleri tarafından yüzüstü bırakılmayacağı konusunda bir garanti yoktur. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir misalince, İran’ın şu an karşı karşıya kaldığı durum, Türkiye için de bir numunedir. Kıbrıs ve Yunanistan’la ilgili sorunlarında bunu net olarak görebiliyor ve ölçümleyebiliyoruz. Dün Pakistan Savunma Bakanı Muhammed Asıf’ın dediği gibi “Müslüman ülkeler şimdi birleşmezlerse her biri aynı kaderi paylaşır” İşte bu mantığın sahada işlenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Sayın Erdoğan’ın da Müslüman ülke liderleriyle bu yönde yaptığı görüşmeler ve istişareler mevcuttur. Bu görüşmeler bu mantaliteye ve zemine kaydırılırsa neden olmasın? ÜMMET OLGUSU BİLEŞENLERDEN ÖRÜLÜR 6- İslam coğrafyasındaki Ülkelerin mezhepsel ayrılıklarını, ayrı kutuplarda yer almaya gerekçe göstermeleri yerine, bu ayrılıkları ibadi konularla sınırlı tutup coğrafi ve siyasi olarak rahmetli Erbakan’ın da çok çaba sarf ettiği İSLAM BİRLİĞİ gibi bir üçüncü yol ve blok oluşturmaya yönelmeleri akli, mantıki, dini ve matematiksel doğruluğu olan bir durumdur. “ÜMMET BLOĞU” olarak ifade bulacak bu blok için; Dünya Müslümanları tarafından Ortadoğu’da ilk etapta iki birliğin şiddetle savunulması gerekmektedir. Bunlar; A- ARAP BİRLİĞİ: İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde savunulacak bir Arap Birliği’nin zaten alt yapısı hazırdır. Filistin meselesinin çözümü noktasında rol üstlenecek ve Kudüs ile Filistin topraklarına sahiplik yapabilecek, en azından Emeviler ve Abbasîler dönemindeki gibi Müslümanların birliğini sözlü olarak da olsa savunabilecek bir Arap Birliği; Ortadoğu’da aynı zamanda doğal İslam Ümmeti idealinin de altyapısı ve ilk adımı olacaktır. En önemlisi de Kudüs’ün kurtarılması amacıyla kurulan İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI şu an Birleşmiş Milletlerden sonra dünyada ikinci büyük teşkilat konumundadır. Zira 57 İslam ülkesinin hepsi buna üyedir. Bu iki kuruluş karşılıklı birbirini besleyerek Filistin konusunda güzel bir çözüm üretebilir. Şu an en makul iş bu iki fiziki kalıba, bir şekilde ruh üflemek ve ruh vermektir. B- TÜRK VE KÜRT BİRLİĞİ: İlk etapta Azerbaycan ve Nahçıvan’ı da içine alan, İran, Irak, Suriye’deki Türkmen ve Kürtleri kapsayan bir Türk ve Kürt birliğini adil bir idari sistemde projelendirmek ve pratize etmek; yine “Ümmet” idealinde Arap birliğini takviye edecek ana bir omurga olacaktır. Bu ilk etapta “neo-Osmanlıcılığı” akla getirebilir. Fakat bu, neo-Osmanlıcılığı da aşan hatta post-Osmanlıcılığın da ötesinde çağdaş anlamda Dünya şartlarında güncellenmiş bir “Osmanlı” benzeri siyasi – idari bir yapılanma şeklinde düşünülebilir. Kürtlerin, Türklerle oluşturacağı bu birlik aynı zamanda bir ucu Orta Asya üzerinden kuzey Çin’e kadar uzanan Turan coğrafyasını yani Türki Cumhuriyetleri; öte yandan diğer ucu Güney Afrika’ya kadar uzanan Arap Âlemi çerçevesinde İslami bağlarla bağlanan Afro-Arap birliğinin menteşe çivisi olacaktır. Yani ana bağlantı mekanizması olacaktır Kürtler. Çünkü hem coğrafi hem İslami hem de sosyolojik olarak Kürtler, bu iki önemli blok arasında doğal bir birleştirici pozisyondadırlar. Böylesi bir perspektifi hayal ya da imkânsız görmek; tersini gerçek ya da imkânlı hale getirecektir. Yani Ortadoğu coğrafyasında Kürtler üzerinden hem Araplar arasında hem de Türkler arasında istenildiği zaman gerek Batı bloğu gerekse de Avrasya bloğu tarafından sorun üretilebilecektir. Çünkü Kürtlerin bu ilgili her bir ülkede yeterli nüfuz ve nüfusları mevcuttur. Zaten bugün olan hadise de budur. Irak Kürtler üzerinden bölündü, Suriye Kürtler üzerinden işlem görüyor, İran Kürtler üzerinden dizayn edilmeye çalışılıyor. Yarın Türkiye ile de aynı formülasyonda hesaplaşmaya gidilebilir. Böylesi bir durum da hem Kürtlerin hem de diğerlerinin korkunç derecede zararlarına olacaktır. Kimse bundan zararsız kurtulamaz. Dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husus da tüm bu coğrafyada Türkler ve Kürtlerin iç içe yaşadıkları realitesidir. Kürtlerin bir halk ve bir coğrafyada bu şekilde bölüştürülmesi hem Kürtler açısından hem de ilgili devlet ve milletler açısından reel ve sürdürülebilir bir durum değildir. Aslında bu çift uçlu durum, bir diyalektik olarak ele alınabilir ve yukarıda değinildiği gibi bölünme yerine bütünleştirme konusunda Kürtler makul bir rol ve görev yüklenebilirler. Daha önce de bu köşede yer aldığı gibi merhum Şehit Ebu Abdullah’ın dediği gibi; “Ortadoğu’da Filistin meselesi ve Kürt meselesi at başı ilerletilecektir. Eğer Müslümanlar ve İslam âlemi Kürtlere sahip çıkmazsa, karşı cephe yapılacaklardır.” Maalesef sanki bugün bu durum yaşanmaktadır. KUDÜS’ÜN KAZANILMASI KESİNLİKLE ÜMMETİN VÜCUT BULMASIDIR Yukarıda işaret edilen Arap Birliği asıl Kudüs konusunda görev üstlenecektir. Fakat detaylandırmadan önce yeri gelmişken bir hususa değinmekte fayda vardır. Gelinen noktada özellikle de israilin İran’a saldırısından sonra HAMAS’ın ya da İslami Cihad’ın tek başına Kudüs’ü ve Filistin’i koruma gücü, fiziki olarak zor görülmektedir. Başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap ülkelerinin bu konuya dâhil edilmesi için ne gerekiyorsa onun yapılması elzem ve farziyet arz etmektedir. Bu konuyu yakın dönemde müzakere ettiğimiz ve yukarıda bahs ettiğim Ehlî Gaza ve Gazze’den yetkin bir Üstad da bu fikir ve tespiti teyit etmiş hatta şöyle bir açıklama yapmıştı. “Aslında bu söylenen husus söz konusuydu, fakat Yaser Arafat Oslo görüşmeleri ile bu şansı bu ilişkiyi bilerek yok etti. Çünkü daha önce Mısır ve Ürdün ile garantörlük tarzında bağlar söz konusuydu. Hatta Yahya abi (Merhum Şehit Yahya Sinvar’ı kastederek) son dönemde o zor koşulları içinde Sisi ve Mısır ile ilişkiler geliştirdi” demişti. Bu işaret ne demek istediğimiz hakkında fikir vermektedir. İnşallah bu süreç Müslümanların ve İslam âleminin ümmet olma yolunda uyanışlarına vesile olur. Vesselam…