Bir kene vakası daha
Muş’ta mevsimlik işçi olarak çalışan bir kadın, sırtına yapışan keneyi ailesinin çıplak elle çıkarması sonrası KKKA hastalığına yakalandı. Olayın ardından köyde filyasyon ve bilgilendirme çalışması başlatıldı.
Muş’ta mevsimlik işçi olarak çalışan bir kadın, sırtına yapışan keneyi ailesinin çıplak elle çıkarması sonrası KKKA hastalığına yakalandı. Olayın ardından köyde filyasyon ve bilgilendirme çalışması başlatıldı.
Annelik dünyanın en yüce en kutsal vazifelerinden biri. Anne olmak isteyen kadınlara uzmanlar, “Dengeli beslenenin, folik asit içeren yeşil yapraklı sebzeler, kuruyemişler ve haftada 2-3 kez balık tüketin”…Devamı için tıklayınız
Diş diplerinde sarılık fark ediliyorsa çekilme olabilir!
Diş eti çekilmelerinin genel olarak diş taşlarına bağlı olarak oluştuğunu kaydeden Periodontoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, “Diş taşı birikimiyle birlikte diş eti itilmesi gerçekleşir. Frenulum dediğimiz ağız içerisinde bir takım kas bağlantıları vardır. Bu kas bağlantıları bazen dişe yakın yerden bağlandığı için dudağın her hareketiyle diş etinin çekilmesine sebep olur” dedi. Bu gibi durumlarda frenektomi denilen işlemle kas bağlantısının alındığını dile getiren Güler, “Tırnakla diş etini geri itme ağıza kalem, anahtarlık gibi ürünler alma ve agresif diş fırçalama gibi durumlarda diş eti geri çekilebilir. Diş normalde daha beyaz kök ise sarı renklidir. Bakıldığında bu renk ayrımı anlaşılır. Sarılık fark ettiğimizde diş eti çekilmesi yaşanmış olabilir” açıklamasını yaptı.
Diş eti çekilmesi kemik kaybının da göstergesi!
Diş etinin sadece kendisinin yalın olarak çekilmediğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, şöyle devam etti: “Diş eti ile kemik arasında her zaman belirli bir mesafe vardır. Dolayısıyla diş eti çekildiği zaman kemikte çekilmiş, erimiştir. Yani kemik kaybı da vardır. Dişin kökünü kemik üzerinde tutan alveolitlerdir. Bunda erime olursa diş sallanmaya başlar, zamanla çekilmesi gerekebilir. Aynı zamanda diş eti çekilmesi olan dişte kök yüzeyi açıktadır. Kök yüzeyi çok pürüzlü bir yapıya sahiptir, mine gibi pürüzsüz değildir. Bu nedenle yemek artıklarının daha fazla oluşmasına neden olur. Temizlenmesi çok daha zordur. Temizlenmemesi durumunda da diş çürüklerine sebep olabilir.”
Diş etinin eski konumuna getirilmesi her hastaya uygulanamayabilir!
Diş taşı birikimiyle alakalı diş eti çekilmelerinin altı ayda bir diş temizliği yapılarak önlenebileceğinin altını çizenDr. Öğr. Üyesi Kübra Güler, “Bunun dışında frenulum ile ilgili ya da kişinin kendi ağız içini etkileyen müdahaleleri ile diş eti çekilmesi durumunda onların tedavisi yapılmalıdır. Diş etinin yeniden eski konumuna getirilmesi her hastada yapılamaz. Ağız içi ölçümler uygunsa damaktan aldığımız parçalarla diş etinin çekilmesine cerrahi operasyonla müdahale edilebilir” dedi.
Uganda’da çobanlık yapan ve üzerine yemek dökülmesi sonucu yüzünde ve boynunda yanıklar oluşan Bernand Tuhumbısa (19), 10 yıl sonra Ankara’da tedavi edildi
Sorunlar modern tıpla çözülebilir
Kadınların bedenlerine dair duyduğu endişeler, toplumda uzun yıllardır konuşulmayan bir tabu olmuştur. Ancak, Kadın Doğum Uzmanı Dr. Mehmet Bekir Şen, doğum sonrası yaşanan fiziksel değişimlerin ve jinekolojik şikayetlerin utanılacak bir şey olmadığını ve bu sorunların modern tıp ile çözülmesi gerektiğini vurguluyor. Dr. Şen, kadınların bu konularda daha fazla konuşmalarının, hem fiziksel hem de duygusal sağlıkları için kritik bir adım olduğunu belirterek, toplumda farkındalık yaratmak adına önemli bir çağrıda bulunuyor.
‘Kadınlar bedenleriyle barışmak için utanmamalı, susmamalı’
Bugün hâlâ birçok kadın, aynaya baktığında kendini eksik hissediyor ve vücutsal değişiklikleriyle barışmakta zorlanıyor. Ne yazık ki, özellikle doğum sonrası yaşanan bazı fiziksel değişiklikler ve jinekolojik şikayetler, kadınlar tarafından utanç verici olarak görülüyor ve tedavi edilmeden geride bırakılıyor. Kadın Doğum Uzmanı Dr. Mehmet Bekir Şen, bu sorunların konuşulması gerektiğinin altını çiziyor: “Kadınlar bedenleriyle barışmak için utanmamalı, susmamalı. Doğum sonrası oluşan deformasyonlar ve rahatsızlıklar, kader değildir. Modern tıp, bu sorunlara birçok güvenli ve etkili çözüm sunmaktadır.”
Yaşanılanlar tedavi edilebilir durumlar
Dr. Şen, doğum sonrası vajinal gevşeme, idrar kaçırma, estetik deformasyonlar ve cinsel hazzın azalması gibi sorunların, pek çok kadının yaşadığı ve tedavi edilebilir durumlar olduğuna dikkat çekiyor. Ancak, utanç duygusu nedeniyle bu problemler dile getirilmediği için, tedavi şansı kaçıyor. “Vajinoplasti, labioplasti, lazerle vajinal yenileme, idrar kaçırma tedavileri gibi pek çok güvenli çözüm mevcut. Bunlar, kadınların yaşam kalitesini artırırken, sağlıklı bir yaşam sürmelerine de olanak tanır” diyen Dr. Şen, kadınları bu konuları hekimleriyle açıkça paylaşmaya çağırıyor.
Bedeninizi sevin ve kendinize izin verin
Dr. Şen, kadınların vücutlarındaki değişimlere karşı duyduğu utanma hissini aşmalarının önemli bir devrim olduğunu ifade ediyor: “Doğum bir mucize, ancak doğum sonrası yaşanan değişimler de doğal ve normaldir. Vücudunuzda yaşadığınız her değişim, utanılacak bir şey değildir. Sorun yaşadığınız her konuda konuşmak ilk adımdır.” Kadınların, özgüvenlerini yeniden kazanabilmek ve kendilerini sevebilmek için bedenleriyle barışması gerektiğini belirten Dr. Şen, “Kadınlar, bedenlerindeki her değişimi kabul ederek, kendilerine sağlık ve güzellik için izin vermelidirler. Gerçek güç, cesurca ifade edebilmekte yatıyor” diyerek sözlerini tamamladı.
Toplumsal devrim: Konuşmaktan utanmayın
Kadın Doğum Uzmanı Dr. Mehmet Bekir Şen, bu yeni yaklaşımın toplumsal bir sessizliği bozacağını ve kadınların kendi bedenlerine dair seslerini daha güçlü bir şekilde duyurmalarına olanak tanıyacağını söylüyor. “Kadınlar, yardımı istemekten çekinmemeli ve bedenlerine dair yaşadıkları her konuda konuşmaktan utanmamalıdır. Toplum olarak, kadınların bedenlerini sahiplenmelerine destek olmalıyız,” diyor.
Derleyen: Betül Topaklı / Milliyet.com.tr –Hayvanlar aleminde uzun boyları, uzun bacakları ve sırtlarındaki dikkat çekici hörgüçleriyle öne çıkan develer, binlerce yıldır insanlar tarafından yük taşımada, çekim işlerinde ve binek hayvanı olarak kullanılıyor. Ancak deve denince çoğu insanın aklına ilk olarak o kocaman hörgüçleri geliyor. Peki bu hörgücün içinde ne var, hiç merak ettiniz mi?
Develer, Asya, Afrika ve Amerika çöllerindeki zorlu koşullara olağanüstü bir uyum yeteneğiyle ayak uyduruyor. Bu uyumun sırrı da tam olarak hörgüçlerinde saklı. Pek çok kişi develerin hörgüçlerinde su depoladığını düşünür, oysa gerçek farklı. Develer, günlerce aç ve susuz kalabilmelerini, hörgüçlerinde biriktirdikleri yağlara borçlular. Bu yağ, vücutlarının ihtiyaç duyduğu enerjiyi ve suyu üretmelerine yardımcı oluyor. Kısacası, hörgüç sadece bir su tankı değil, tam anlamıyla bir hayatta kalma aracı.
HÖRGÜÇLERİ ADETA YAĞ DEPOSU
Hörgüçlerinde yaklaşık olarak 35-40 kilogram yağ depolama kapasitesine sahip olan develer, yağı sadece enerji için kullanmıyor. Bu yağ aynı zamanda vücutları için su da üretiyor. Susuz kaldıklarında hörgüçlerindeki yağ yavaşça eriyor ve içindeki su molekülleri kana karışarak onları hayatta tutuyor. Aslında sırtlarındaki hörgüç, devenin hem enerji hem de su kaynağı oluyor.
MUCİZEVİ BİR ÖZELLİKLERİ VAR
Öyle ki develer, hörgüçlerindeki yağ sayesinde yaklaşık üç hafta boyunca su içmeden yaşayabildikleri gibi yiyecek olmadan da iki haftaya kadar dayanabiliyorlar. 50 derecedeki çöl sıcaklıklarında 9 gün aç-susuz kalabilirken, bu süre içinde toplam ağırlığının yüzde 22’sini kaybediyorlar. İnsan, vücudunda bulunan suyun yüzde 12’sini kaybettiğinde ölürken deve, vücudundaki suyun yüzde 40’ını kaybettiği halde ölmüyor. Bu iri cüsseli çöl hayvanlarının pek çoğumuzun bilmediği çok önemli bir özelliği daha var. Sahip olduğu antikorlar bizdekilerden oldukça daha farklı. Bu mucize özellikleri de dünyada ölüm nedenlerinin başında gelen kanserin, erken teşhis ve tedavisinde avantaj sağlayabilir. Peki ama nasıl?
KANSER TEDAVİSİNDE GÜÇLÜ POTANSİYELE SAHİP
Kendine özgü kambur sırtlarıyla bilinen develerin bağışıklık sistemleri oldukça güçlü. Peki bu durum kanseri yenmekte nasıl bir fayda sağlıyor? Her şey bilim insanlarının, develerin ‘nanobody’ isimli minik antikorlara sahip olduğunu fark etmesiyle başladı. Develerin diğer akrabaları (lamalar ve alpakalar) dahil olmak üzere ‘nanobody’ denen antikorlara sahipler. Söz konusu bu antikorlar, normal antikorlardan daha minik olmasının yanı sıra çok daha dayanıklı ve zararlı hücreleri tanıyarak deyim yerindeyse nokta atışı yapıyorlar. İşte tam da bu yüzden araştırmacılar, kanser mücadelesinde develerin yardımının dokunabileceğini düşünüyor.
Nanoteknoloji; tıp, onkoloji ve diğer birçok bilimsel alanda önemli gelişmelerin önünü açan, giderek daha fazla ilgi gören bir çalışma alanı. Bu alanda öne çıkan araçlardan biri de ‘nanobody’ adı verilen küçük yapılı antikorlar. Derin dokuya nüfuz etme ve yayılma konusunda oldukça başarılı olan bu antikorlar, küçük boyutları sayesinde yüksek pH ve sıcaklık gibi zorlu koşullarda bile yapısal stabilitelerini koruyabiliyor.
KÜÇÜK AMA ETKİLİ ANTİKORLARA SAHİPLER
Kanser tedavisinin en zorlu engellerinden biri, tümörlerin sinsiliği. Şekil değiştirebiliyorlar, vücudun derinliklerine saklanabiliyorlar ve bazı tedavilere karşı direnç geliştirebiliyorlar. İşte tam bu noktada, doğanın sıra dışı bir oyuncusu devreye giriyor: Develer.
Develer, alışılmış antikorlardan çok daha küçük boyutta antikorlara ‘nanobody’ adı verilen yapılara sahip. Bu küçük ama etkili antikorlar, normal antikorların ulaşamadığı yerlere sızabiliyor. Böylece gizlenen kanser hücrelerine çok daha kolay erişebiliyorlar. Üstelik hedefe hassas bir şekilde bağlandıkları için, klasik kemoterapinin dezavantajı olan sağlıklı hücrelere zarar verme riskini de büyük ölçüde azaltabiliyorlar.
KANSERİN GİZLİ KAHRAMANLARI OLABİLİR
Bilim insanları, develerin bu özel antikorlarından ilhamla kanser hücrelerini doğrudan hedef alabilecek tedaviler üzerinde çalışıyor. Aynı zamanda, erken teşhis için de umut verici gelişmeler var. Dayanıklı ve laboratuvar ortamında kolayca üretilebilen bu nanobody’ler, tümörleri daha büyümeden ya da yayılmadan tespit edebilecek görüntüleme tekniklerine entegre edilmeye çalışılıyor. Araştırmalar henüz tamamlanmış değil ancak umut verici. Kim bilir belki de develer, insanlığın kanserle mücadelesindeki gizli kahramanları olacaklar.
Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Prof. Dr. Ahmet Karagöz, “Gençlerde halı sahalarda ya da spor aktiviteleri sırasında gerçekleşen ani kardiyak ölümlerle ilgili yapılabilecek en önemli şey, tanısı olmuş bir kalp hastalığı varsa kardiyoloji doktorundan yarışmalı spor yapıp yapamayacağıyla ilgili öneri almasıdır. Gençlerde spor kaynaklı kalp ölümleri düzenli muayene ile önlenebilir” dedi