Çocukluk travması olanların çikolata kistine yakalanma riski daha fazla olabilir
İsveçli bilim insanları, çocukluk travması bulunan kadınların çikolata kistine yakalanma riskinin travması olmayanlara kıyasla daha yüksek olabileceğini ortaya koydu
İsveçli bilim insanları, çocukluk travması bulunan kadınların çikolata kistine yakalanma riskinin travması olmayanlara kıyasla daha yüksek olabileceğini ortaya koydu
Çocukluk çağı obezitesi riskini 2 kat artırıyor!
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, obezite sorunu yaşayan anne adaylarında hamilelik sürecinin düzenli ve yakın takip gerektirdiğine dikkat çekerek, “Obezite hem anne adayının hem bebeğin sağlığını tehdit edebilmektedir. Örneğin, bu annelerin bebeklerinde, çağımızın önemli sorunu olan ve görülme sıklığı giderek artan çocukluk çağı obezitesinin gelişme riski ciddi oranda artmaktadır.Yapılan çalışmalar, gebeliğin ilk 3 ayı içindeki maternal obezite ile çocukluk çağı obezitesi arasında ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma sonuçlarına göre; annesi gebeliğin ilk 3 ayında obez olan çocukların 2 yaşına geldiklerinde obez olma riskleri 2 kat artarken, 3 – 5 yaşlarına geldiklerinde bu risk artış göstererek 2.3 kat olmaktadır” uyarısında bulunuyor.
Bebeklerde kalp hastalığı, hipertansiyon ve diyabete zemin hazırlıyor!
Bebeklerin fizyolojilerinin hamilelik sürecinde anneden gelen besinlere uyum sağladığını vurgulayan Doç. Dr. Halenur Bozdağ, bu adaptasyonun bebeklerin metabolizmalarını kalıcı olarak değiştirebildiğine işaret ederek, “Anne karnındayken programlanmış olan bu değişiklikler bebeklerde obezitenin yanı sıra kalp hastalığı, hipertansiyon ve insüline bağımlı olmayan diyabet dahil olmak üzere yaşamın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan çeşitli hastalıklara da zemin oluşturmaktadır” diyor.
Annede kalıcı sorunlara yol açabiliyor!
Obezite, hamilelik sürecinde sadece anne karnındaki bebekte değil anne adayında da ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Doç. Dr. Halenur Bozdağ, bu hastalıkları şöyle özetliyor: “Obezite sorunu yaşayan anne adaylarında gebelik şekeri 2.6, gebelikte yüksek tansiyon 2.5 ve preeklampsi 3.2 kat artış göstermektedir. Gebelik sürecinde ve lohusalıkta damarlarda pıhtı oluşumu gibi ek sorunlar da yaşanırken, doğum sonrasında tip 2 diyabet ve tansiyon yüksekliği gibi sağlık sorunları kalıcı olabilmektedir.”
Yakın takip ve tedaviyle önlenebiliyor
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, aslında hamilelikte obezitenin önlenebilir bir sağlık sorunu olduğuna dikkat çekerek, “Düzenli beslenme, yeterli fiziksel aktivite ve her şeyden önemlisi gebeliğe ideal kiloyla başlamak ve bunun için doğum öncesi danışmalık almak, sorunların oluşmasını önlemenin etkili ve ulaşılabilir bir yoludur” diyor. Obezitenin oluşturacağı riskleri en aza indirmek için hamileliğin ilk haftalarından itibaren yakın takip ise büyük bir öneme sahip. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, ilk muayenede obezitenin neden olabileceği sağlık sorunlarının araştırıldığını belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bunun için diyabet açısından açlık kan şekeri, üç aylık kan şekeri göstergesi olan HbA1C ve gerekirse şeker yükleme testi yapılır. Kalp sağlığı açısından kan yağları ve ihtiyaç halinde kardiyolojik değerlendirme istenebilir. Tansiyon takibi günlük bakılabilir ve yüksek tansiyona eşlik eden baş ağrısı veya görme bulanıklığı gibi bulgular açısından anne adayı bilgilendirilir.Bebeğin gelişimi, kilo alımı, anneye ait risk faktörlerinden etkilenme durumu ve iyilik hali her görüşmede değerlendirilir.”
Sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite şart
Hamileliğine aşırı kilolu veya obezite sorunuyla başlayan anne adaylarında aylık kilo alımının bir plana oturtulması gerektiğine dikkat çeken Doç. Dr. Halenur Bozdağ, diyetisyen eşliğinde kişiye özel bir diyet listesi oluşturularak sağlıklı beslenme ve kalori kontrolünün yapıldığını belirtiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, fiziksel aktivite konusunda da anne adaylarının desteklenmeleri gerektiğini vurgulayarak, “Düzenli açık hava yürüyüşleri günlük hayatın bir parçası haline getirilmelidir. Her gün 30 dakikalık açık havada yürüyüş veya ev içinde günde 3 kez 20 dakikalık aktivitede bulunmak, hamileliğin sağlıklı geçmesi için son derece önemlidir” diye konuşuyor.
Obezite sorunu varsa 5-9 kilodan fazla alınmamalı!
Hamilelikte ne kadar kilo alınması gerektiği ise hamileliğin başlangıcındaki kiloya göre değişiyor. Vücut Kitle İndeksine göre zayıf olan anne adaylarının hamilelik sonuna kadar 12.5-18 kilo; ideal kilodaolanların 11.5-16 kilo; fazla kilosu olanların 7-11.5 kilo almaları öneriliyor. Obezite sorunu yaşayan anne adaylarının ise 5-9 kilodan fazla almamaları önem taşıyor. Doç. Dr. Halenur Bozdağ, “Genel olarak bakıldığında,Vücut Kitle İndeksi’ne göre zayıf ve normal ağırlıktaki gebelerde ayda en fazla 2 kilo alımı, kilolu veya obezite sorunu olan gebelerde ise en fazla bir kilo alımı önerilmektedir” diyor.
Hepimiz yazın güzel görünmek isteriz. Bunun için henüz yaz gelmeden cildimizi bronzlaştırarak hazırlanmak istiyor olabiliriz. Ancak bu yaygın yapılan bir hatadır. Halbuki en doğru olan koruyuculuğu cilt tipinize uygun bir güneş kremi kullanarak güneşin tadını çıkara çıkara bronzlaştırmaktır.
Normal zamanda plajda elde edilmiş bir cilt yanığı bile tehlikeliyken suni şekilde elde edilmiş bir bronzluk cildiniz için felakete sebep olabilir. Cildiniz koyulaştığında, UV ışınlarından kendini korumak için daha fazla melanin üretir. Ancak bu savunma zayıftır ve hasar çoktan oluşmuştur.
Dermatologlar her gün en az 30 SPF’lik bir koruma sağlayan güneş kremi kullanılmasını öneriyor. Uzun vadede UV maruziyeti bazal hücreli karsinom, skuamöz hücreli karsinom ve melanom gibi cilt kanserlerine yol açabilen DNA mutasyonlarına neden olabilir.
Bronzluk sizin için çok hoş olabilir ancak bu parıltının bir bedeli vardır: Kırışıklıklar, koyu lekeler ve daha yüksek cilt kanseri riski. Bu nedenle cildinizi korumak için yaz aylarında, güneşlenirken kullanmanız gereken o koruyucu ürün için doktorunuza danışıp kendinize en uygun ürünü bulun. Böylece hem cildinizi koruyacak hem de istediğiniz bronzluğu sağlıklı yollardan elde edebileceksiniz.
Yeni bir araştırma 2 bin 700 çalışmada yer alan 250 binden fazla katılımcının verilerini inceledi. Bilim insanları egzersizin beyin fonksiyonunu artırmaya yardımcı olduğunu buldu; ister yürüyüş, ister bisiklet, yoga, dans veya hatta Pokémon GO gibi aktif video oyunları da buna dahil. Vücudunuzu hareket ettirmek, yaşınız kaç olursa olsun düşünme şeklinizi geliştireceği gibi karar alma, hatırlama ve odaklanma yeteneğinizi de geliştiriyor.
Bilim ne diyor?
İnceleme düzenli fiziksel aktivitenin beyin fonksiyonlarının üç temel alanını iyileştirdiğini gösteren ve sayıları giderek artan araştırmalara katkıda bulunuyor. Bu üç temel alan şöyle sıralanmakta:
– Biliş: Net düşünme, öğrenme ve karar alma yeteneğiniz
– Hafıza: Özellikle kısa süreli hafıza ve kişisel deneyimleri hatırlama yeteneği
– Odaklanma, planlama, problem çözme ve duyguları yönetmeyi içeren yönetici işlevler
Bu çerçevede birçok egzersiz çalışmasından elde edilen bulguları bir araya getiren 130’dan fazla yüksek kaliteli araştırmanın sonuçları incelendi. Bu çalışmalar genellikle insanların halihazırda yaptıkları egzersizleri takip etmek yerine yeni, yapılandırılmış bir egzersiz programına başlamalarını içeriyordu.
Biliş, hafıza ve yönetici işlev üzerindeki etkileri değerlendirmek için orijinal çalışmalar bir dizi beyin işlevi testi kullandı. Testlere kelime listelerini hatırlama, bulmacaları çözme veya görevler arasında hızla geçiş yapma gibi şeyler dahildi -beynin ne kadar iyi çalıştığını güvenilir bir şekilde ölçmek için tasarlanmış basit aktiviteler.
İyileşmeler küçük ila orta düzeyde görüldü. Ortalama olarak, egzersiz bilişsellikte gözle görülür bir artışa yol açtı, artış hafıza ve yönetici işlevlerde biraz daha küçüktü ancak yine de anlamlı kazanımlar olarak değerlendirildi. Bununla birlikte faydalar tüm yaş gruplarında görüldü ancak çocuklar ve gençler hafızalarında önemli kazanımlar gördü. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan kişilerde, diğer nüfus gruplarına göre fiziksel aktivite sonrasında yönetici işlevlerde daha fazla iyileşme görüldü. Beyin oldukça hızlı tepki vermeye başladı; pek çok kişi düzenli egzersize başladıktan sadece 12 hafta sonra iyileşmeler deneyimledi. Genel olarak haftanın çoğu günü en az 30 dakika egzersiz yapanlar ve haftada toplam 150 dakika egzersizi hedefleyenler en büyük faydaları gördü.
Beyinde neler oluyor?
Yürüyüş veya bisiklete binme gibi aktiviteler, hafıza ve öğrenmeden sorumlu beyin bölümü hipokampüsün boyutunu artırabiliyor. Yapılan bir araştırmada , bir yıl boyunca aerobik egzersiz yapan yaşlı yetişkinlerin hipokampüslerinin yüzde 2 oranında büyüdüğü ve yaşa bağlı beyin küçülmesinin bir ila iki yıl boyunca tersine döndüğü görüldü.
Koşu veya yüksek yoğunluklu aralıklı antrenman gibi daha yoğun egzersizler ise beynin kendini uyarlama ve yeniden yapılandırma yeteneği nöroplastisiteyi daha da artırabilmekte. Bu yetenek daha hızlı öğrenmenize, daha net düşünmenize ve yaşla birlikte zihinsel olarak keskin kalmamıza yardımcı oluyor.
Harekete geçmek için bir neden daha
Dünya nüfusu yaşlanıyor. 2030 yılına kadar her altı kişiden biri 60 yaşın üzerinde olacak. Bununla birlikte bunama, Alzheimer ve bilişsel gerileme riski de artmakta. Aynı zamanda birçok yetişkin yeterince hareket etmiyor. Üç yetişkinden biri önerilen fiziksel aktivite seviyelerini karşılamıyor.
Yetişkinler her hafta en az 150 dakika tempolu yürüyüş gibi orta düzeyde egzersiz veya en az 75 dakika koşu gibi daha yoğun aktivite yapmayı hedeflemeli. Ayrıca haftada en az iki kez antrenmanlarınıza ağırlık kaldırma gibi kas güçlendirici egzersizler eklemeniz oldukça önemli.
Günlük hareketin önemi
Faydalanmak için maraton koşmanız veya ağır ağırlıklar kaldırmanız gerekmiyor. Habere konu çalışma yoga, tai chi ve “exergames” (aktif video oyunları) gibi daha düşük yoğunluklu aktivitelerin dahi aynı derecede hatta bazen daha da etkili olabileceğini gösterdi.
Bu aktiviteler hem beyni hem de bedeni harekete geçiriyor. Örneğin Tai Chi odaklanma, koordinasyon ve hareket dizilerini ezberlemeyi gerektirmekte. “Exergames” ise genellikle gerçek zamanlı karar vermeyi ve ipuçlarına hızlı tepki vermeyi içerir. Bu dikkati ve hafızayı eğitiyor.
Daha da önemlisi bu hareket biçimlerinin kapsayıcılığı. Bunları evde, dışarıda veya arkadaşlarla yapmak mümkün ki bu da onları her fitness seviyesindeki veya sınırlı hareket kabiliyetine sahip kişiler için harika bir seçenek haline getiriyor.
Günlük hayatınızda zaten çok fazla şey yapıyor olsanız da (araba kullanmak yerine yürümek veya alışveriş poşetlerini eve taşımak gibi) beyniniz ve vücudunuz için tüm faydalarından yararlanmak adına spor salonunda ağırlık kaldırmak veya düzenli yoga derslerine katılmak gibi yapılandırılmış egzersizlere zaman ayırmanız önemli.
Gerçek yaşam uygulamaları
Mesela bir dedeyseniz torununuzla Wii Sports’ta sanal tenis oynamayı veya bowling oynamayı düşünebilirsiniz. DEHB belirtileri gösteren bir gençseniz, bir dans kursuna gitmeyi deneyin ve dersteki konsantrasyonunuzun nasıl etkilendiğini takip edin. Meşgul bir ebeveynseniz, toplantılar arasında 20 dakikalık bir video yoga seansı sıkıştırabilirseniz kafanız daha berrak olabilir.
Bu saydığımız vakaların her birinde, sadece aktif olmuyorsunuz, beyninizde kıymetli bir ayarlama yapıyorsunuz. Ve beyne yönelik çoğu uygulama veya takviyenin aksine egzersiz, gelişmiş uyku ve ruh sağlığı da dahil olmak üzere geniş kapsamlı faydalar sağlıyor.
Birtakım işyerleri ve okullar bunu fark etmeye başladı. Çalışanların odaklanmasını iyileştirmek için iş günü boyunca kısa hareket molaları veriliyor. Sınıflara fiziksel aktiviteyi dahil eden okullar, öğrencilerin dikkatinde ve akademik performansında iyileşmeler görüyor.
Velhasıl egzersiz, beyin sağlığını desteklemek için sahip olduğumuz en güçlü ve erişilebilir araçlardan biri. En güzeli ise ücretsiz, yaygın olarak ulaşılabilir olması ve başlamak için asla geç olmaması.
Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Hiç sadece birkaç saat kestirip kalktığınızda, sanki günlerce uyumuş gibi hissettiğiniz oldu mu? Bazen yorgunluktan, bazen hastalıktan, bazen de adını koyamadığınız bir içsel sıkıntıdan dolayı bedeniniz size ‘Uyumalısın’ diye fısıldar. Ancak bir günü aşan uykular, çoğu zaman sıradan bir yorgunluğun ötesinde ciddi bir sağlık sorununun habercisidir. Tıpkı 1876 yılında İsveç’in Oknö bölgesinde yaşayan Karolina Olsson’un yaşadığı gibi. Henüz 14 yaşındayken bir gece uyudu ve tam 32 yıl boyunca uyanmadı. Ancak bu sadece geçmişe ait bir sır değil. Çok kısa bir süre önce Samsun’da 26 yaşındaki genç bir kadın, benzer şekilde bir gece uyudu ve tam 56 gün boyunca hiç uyanmadan yaşadı.
Bu tür vakalar, masallardaki ‘uyuyan güzel’ romantizminin çok ötesinde. Çünkü her birinin ardında yatan şey, bilimsel, psikolojik ve hatta bazen nörolojik ciddi sorunlar. Ve belki de farkında olmadan, hepimiz bu görünmez tehditle karşı karşıyayız.
32 YILLIK BİR UYKUYA DALDI
Karolina Olsson, İsveç’in Oknö bölgesinde yaşıyordu ve hayatının ilk 14 yılını yaşıtlarınınki gibi olağandı. Ancak takvimler 1876 yılını gösterirken sıradan bir günde okul dönüşü düşüp kafasını yere çarptı. Eve gelip ailesine durumu anlattığında ailesi hemen müdahele etti. Kısa bir zaman sonra küçük kızın hiçbir sorunu kalmamıştı. Ancak yine bir okul dönüşü yüzüne çöken derin bir diş ağrısı ve şişmiş bir yüzle eve koştu. Ailesi bu kez kızlarını yatağa gidip dinlenmesi ve sabaha hiçbir şeyinin kalmayacağı konusunda telkin etti. Küçük Karolina yatağına gitti ve o gece yattığı yataktan 32 yıl kalkamadı.
Aylar geçti, aile artık çaresizdi. Karolina’nın uykuya dalmasından 6 yıl sonra ailesi onu doktora götürdü. Kızlarına elektrik akımı verilmesine rağmen uyanmadığını görünce bir kez daha yıkıldılar. Karolina’nın durumu uyku bozuklukluğuyla ilgili o güne dek yapılmış tüm çalışmalara ters düşen bir durumdu. Onu gören doktorların elinden şaşırmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu ancak bir fikirleri vardı. Hekimlere göre, Karolina demansla ilişki olan bir felç geçirmiş olabilirdi. Ancak bunu hiçbir zaman kanıtlayamadılar ve Karolina ne yazık ki kaderine terk edildi. İlginç olan yıllardır uyumasına rağmen zihninin oldukça aktif olmasıydı. Yapılan gözlemlere göre Karolina çevresindeki olaylara ufak mimiklerle tepki veriyordu. Yıllar birbirini kovaladı, küçük kıza bakan annesi hayata gözlerini yumdu. Ona bakması için bakıcı tutan ailesi 32 yıl sonra bir sabah hayrete düştü. 3 Nisan 1908 tarihinde, Karolina’nın odasından bir ses geldi. Bakıcısı yukarı çıktı ve Karolina’yı yerde sürünürken, gözleri açık ve ağlarken buldu. 32 yıllık uykusundan uyanan Karolina, hiçbir şey hatırlamıyordu. Birkaç hafta içinde Karolina, gücünü ve konuşmasını yeniden kazandı. 14 yaşında yattığı uykudan 46 yaşında uyanması, tam 32 yıl boyunca tek bir kelime bile etmeden öylece gözleri kapalı bir şekilde yatması her bakımdan oldukça tuhaftı. O yıllarda onun yaşadıklarını ne bilim ne de spritüel bir görüş açıklayamadı. Hakkında birçok teori yazılıp çizildi, insanlar kendi aralarında konuşup durdu. Ancak o 32 yıl uyuduktan sonra hayata yeniden döndü ve onlarca kayıp yılın inadına tam 42 yıl daha sağlıklı bir şekilde yaşadı.
BU SEFER YER SAMSUN! 56 GÜN BOYUNCA UYUDU
Karolina’ın hikayesi tarihin en ilginç olaylarından biri olarak yıllardır anılıyor. O yıllarda onun yaşadığı durumun tıpta bir karşılığı bulunmamış olsa da kısa bir süre önce Samsun’da 26 yaşındaki genç bir kadının yaşadıklarına doktorlar bir dizi test sonucunda açıklık getirdi. İsmi açıklanmayan 26 yaşındaki genç kadın depresyon tanısıyla yakınları tarafından Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirildi. Bilinci kapalı olan ve durumu ağırlaşan hasta için doktorlar alarma geçti.
Tüm nörolojik, metabolik, enfeksiyöz, toksik ve endokrin tetkikleri normal olan genç kadının 56 gün boyunca uyumasına sebep bulma konusunda uzunca bir süre düşündüler. Sonunda adeta donmuş gibi uyuyan genç kadının yaşadığı şeyin psikiyatrik kökenli olabileceği sonucuna varan uzmanlar durumu psikiyatri, nöroloji ve yoğun bakım uzmanlarının yer aldığı bir konseyde değerlendirdi. Sonunda genç kadının depresyonun bir sonucu olan ‘Katatoni’ sendromuna yakalanmış olabileceği kararını varıldı.
TEDAVİLER SONUCUNDA UYANDI: ‘O ANI TARİF ETMEK ZOR’
Hastanın uyandırılma sürecini anlatan Dr. Öğretim Üyesi Kılıç, katatoni teşhisini koymalarının ardından EKT tedavisine başladıklarını iletti. 56’ncı günün sabahında, 5’inci seansın ardından hastanın gözlerini açtığını söyleyen Dr. Öğretim Üyesi Kılıç, “Bize baktı, yemek yedi. O anı tarif etmek gerçekten zor. Bu vaka, depresyonun yalnızca bir üzüntü hali olmadığını, kimi zaman insanı tamamen susturup hayattan alıkoyabilecek kadar derin bir etki yaratabileceğini gösterdi. Bu yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda insani bir umut hikayesiydi. Bilimin, ekip çalışmasının ve sabrın zaferiydi“ ifadelerini kullandı.
Depresyonun hafife alınmayacak kadar ciddi bir sağlık sorunu olduğunun altını çizen uzmanlar yaptıkları teşhis ve uyguladıkları tedaviyle genç kadının yeniden gözlerini açmasına yardımcı oldular. Peki çoğumuzun belki de hayatında ilk defa duyduğu ‘atatoni’ nedir? Psikoterapist Uzm. Dr. Azad Günderci, katatoninin kişinin hareketlerinde, konuşmasında ve tepkilerinde ciddi yavaşlama ya da tamamen durmayla kendini gösteren bir psikiyatrik sendrom olduğunu ifade ediyor.
Katatoniyi kendi başına bir hastalık olarak değil, daha çok bir sendrom olarak düşünmenin daha doğru olacağını, katatonisi olanların birçok farklı ciddi belirti gösterebileceğini dile getiren Uzm. Dr. Azad Günderci, “Bazıları kaskatı kesilmiş tabiri caizse, donmuş ya da adeta bir heykel gibi çok hareketsiz hale gelebilir ve etraflarındaki hiçbir şeye tepki vermeyebilir. Bazıları uzun süre garip vücut pozisyonlarında kalabilirler ve pozisyonları değişitirildiğinde o pozisyonda uzun süre kalabilirler. Buna hareketsizlik veya postür alma diyoruz. Bazen de kişi, görünürde bir neden yokken aniden aşırı huzursuz, tekrarlayan biçimde hareketli veya saldırgan hale gelebilir. Bunlar geniş bir belirti kümesidir ancak hepsi bir kişinin motor ve zihinsel durumunda ciddi bir bozulmaya işaret eder“ dedi. Katatoninin en sık görülen belirtileri arasında hareketsizlik, konuşmama (mutizm), garip vücut pozisyonları, anlamsız tekrarlayan hareketler (ekolali veya ekopraksi) ve çevreye karşı duyarsızlık belirtilerinin sayılabileceğini de açıklamasına ekledi.
‘KATATONİDE HIZLI TEDAVİ ŞART’
Katoninin tedavisinin acil bir şekilde yapılması gerektiğini hatırlatan Uzm. Dr. Günderci hastanın genel sağlık durumu ve hayati fonksiyonlarını değerlendirdikten sonra tedaviye başlandığını, katatoninin altında yatan nedenin ne olduğunu bulmanın çok önemli olduğunun altını çizdi. Genellikle tedaviye benzodiazepin olarak adlandırılan ilaç grubuyla başlandığını ve bu ilaçların çoğunlukla hızlı bir düzelme hatta saatler içerisinde fayda sağladığı bilgisini verdi. Benzodiazepinler yetersiz kalması halinde ise elektroşok tedavisi (Elektro Konvulsif Terapi)’ne geçilebileceğini ekledi. Halk arasında elektroşok tedavisiyle ilgili çok fazla önyargıların olabileceğini ancak bu tedavi yönteminin katatonide oldukça etkili ve hızlı düzelmeler sağladığını, dirençli vakalarda hayat kurtaran ve yan etki açısından da güvenilir bir yöntem olduğunu vurguladı. Tüm bunlara ek olarak acil tedaviler uygulanırken mutlaka altta yatan rahatsızlığa yönelik tedavilerin planlanması gerektiğini, hastanın beslenmesinin sağlanmasının ve destekleyici tedaviler uygulanmasının önemli olduğunu hatırlattı.
‘ESKİ SAĞLIĞINA KAVUŞMASI MÜMKÜN’
Böylesine zorlu bir sürecin ardından katatoni sonrasında iyileşmenin mümkün olup olmadığı sorusu akıllara geldi. Uzm. Dr. Günderci, “Katatoni genellikle zamanında, erken ve uygun tedaviye çok iyi yanıt verir ve çoğu hasta tamamen iyileşir. Zamanında müdahale edilmeyen katatoni ciddi sorunlara yol açabileceğinden bütün rahatsızlıklarda olduğu gibi erken tanı ve tedavi burada da önemli. Bütün bunları yaparken altta yatan neden veya hastalığı hiçbir zaman unutmamamız ve ihmal etmemeniz gerekiyor çünkü asıl tedavi etmemiz gereken şey odur. Uzun vadede hastanın iyilik halinin korunmasını belirleyecek olan şey altta yatan hastalığın tedavisine yönelik yapılan planlamadır“ diyerek sözlerini noktaladı.
Sağlıklı bir vücut, sıvı dengesini sağlamakla yükümlü…
Suyun yaşamsal faaliyetler için elzem olduğunu hatırlatanBeslenme ve Diyet Uzmanı HülyaYiğit, “İnsan vücudunun yüzde 60’ı sudan oluşur. Vücutta bulunan suyun yüzde 60’ı hücre içinde yüzde 40’ı ise hücre dışında bulunur” dedi. Sağlıklı bir vücudun, sıvı dengesini her zaman sağlamakla yükümlü olduğunu dile getiren Yiğit, “Vücuttan günlük olarak deri, akciğer ve boşaltım organları ile sıvı kaybı olur” açıklamasını yaptı.
Günlük ihtiyaç metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir!
Susama mekanizmasının nasıl çalıştığı hakkında bilgi verenBeslenme ve Diyet Uzmanı HülyaYiğit, “Kandaki iyon yoğunluğunun yüzde 1 artması ile hipotalamustaki susama merkezi uyarılır.” dedi.
Susuzluğun neden olduğu belirtilere de değinen Yiğit, şunları söyledi: Vücutta yüzde 3 sıvı kaybı kan hacmi ve fiziksel performansı azaltırken, yüzde 5 ve üzeri sıvı kaybı baş dönmesi, yorgunluk ve hatta solunum sıkıntılarına sebep olabilir. Günlük su ihtiyacınız bilimsel verilere göre ağırlığınız başına 30 mililitredir. Yani 60 kg bir bireyseniz günlük 1,8 litre su ihtiyacınız vardır. Ancak bu ihtiyaç günlük yapılan aktivitelere, ısı durumuna ve metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir.”
Su ihtiyacı sadece suyla karşılanmalı
Birçok araştırmanın, vücudun sıvı ihtiyacının öncelikli olarak sudan karşılanması gerektiğini, çay, kahve gibi diğer içeceklerin tüketiminin bu ihtiyacı karşılamadığını belirttiğinin altını çizenBeslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Çünkü bu içeceklerin diüretik yani vücuttan su atma etkileri de vardır” dedi. Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi (TÜBER) 2022 önerilerine göre vücudun sıvı ihtiyacı için günlük en az 600-1500 ml sade su tüketilmesi gerektiğini kaydeden Yiğit sözlerini şöyle tamamladı: “Günlük çay ve kahve en fazla 800 ml, yağsız veya az yağlı süt en fazla 500 ml, meyve sularının ise en fazla 125 ml olarak tüketilmesi öneriliyor. Sıcak havalarda vücudun sıvı ihtiyacı artmışken sıvı alımına daha da dikkat etmek gereklidir. Eğer sade su içmeyi sevmiyorsanız tadını meyve dilimleri ekleyerek biraz daha aromalı hale getirebilirsiniz. İçtiğiniz suya herhangi bir kronik rahatsızlığınız yok ise limon, nane yaprağı ve seylan tarçını ekleyerek, antioksidan değerini arttırabilirsiniz.”
Nijerya’nın Federal Başkent Bölgesi’nde bulunan kamu hastanelerinde görev yapan doktorlar, maaşlarının ödenmemesi ve kötü çalışma koşulları nedeniyle 3 günlük greve başladı.