Güçlü bağışıklık sistemi için mantar önerisi!
Kişi başına düşen yıllık tüketim miktarı son derece düşük olan mantarın, özellikle B grubu vitaminler, potasyum ve antioksidanlardan açısından zengin olduğu bildirildi
Kişi başına düşen yıllık tüketim miktarı son derece düşük olan mantarın, özellikle B grubu vitaminler, potasyum ve antioksidanlardan açısından zengin olduğu bildirildi
Cilt kanseri, erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilen, ancak ihmal edildiğinde ölümcül olabilen bir hastalık. Dublin’de yaşayan 46 yaşındaki Jane Murray’in hikâyesi bu gerçeği ortaya koyuyor. Kolundaki işareti görmezden gelen kadın, cilt kanseri olduğunu öğrendi. İşte sürecin detayları.
Dişleri sadece fırçalamak her köşeyi ve bucağı temizlemez. Dişlerinizin beş yüzeyi vardır ve fırçalamak bunlardan yalnızca üçünü temizler. Diş ipi kullanmayı atladığınızda, diş yüzeylerinizin yüzde 40’ını temizlememiş olursunuz ve bu da dişlerinizin arasında plak ve bakteri birikmesine neden olur. Zamanla bu, çürüklere ve diş eti hastalıklarına yol açabilir, bu nedenle diş ipi kullanmak şarttır.
Diş ipi kullanmanın iki yöntemi vardır. İlk yöntem, ipin çoğunu orta parmaklarınıza sarıp baş parmaklarınız ve işaret parmaklarınızla yönlendirdiğiniz makara yöntemidir. Bu, bakteriyel çapraz kontaminasyonu önlemenin anahtarıdır. Diğer bir yöntem ise diş ipini bir daire şeklinde bağladığınız halka yöntemidir.
Her iki yöntem de etkilidir ve seçim tercihe ve rahatlığa bağlıdır. Makara yönteminin diş ipi üzerinde daha fazla kontrol sağladığını ve diş ipinin sürekli ayarlanması gerekmediği için çocuklar veya el becerisi sınırlı olanlar için genellikle daha kolay olduğu düşünülür.
Dişlerinizin aralığına bağlı olarak bazı diş ipi türlerinin diğerlerinden daha iyi çalıştığını görebilirsiniz. Dişleri sıkışık olan kişiler, daha ince diş ipinin parçacıkları gevşetmede daha etkili olduğunu fark edebilir. Dişlerinde büyük boşlukları veya aralıkları olan kişiler, daha kalın diş ipi veya interproksimal diş ipi cihazlarını deneyebilirler.
Mini diş ipi fırçaları, geleneksel diş fırçalarının etkili bir şekilde ulaşamadığı alanları temizlemek üzere tasarlandıkları için diş telleri, geniş aralıklar, diğer ortodontik veya diş cihazları olan hastalar için de uygundur.
Açlığın özellikle kanser ile ilişkisi konusunda çok sayıda araştırma yapıldığını paylaşan Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı, Onkolojik Bilimler Koordinatörü Prof. Dr. Necdet Üskent, “Bu çalışmalardan ilki 1994’te Lizbon’da gerçekleşen ESMO kongresinde açıklandı. Meme kanseri oluşturulan kobayların bir kısmı beslenmeye devam ederken diğer grup ise aç bırakıldı. Gözlem sonucunda aç kalan deneklerde tümörün giderek küçüldüğü, beslenenlerde ise kanserin büyüdüğü tespit edildi” dedi. Bu incelemelerin ardından insanlarda da intermittent açlık denemeleri gerçekleştirildiğinden bahseden Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, “Kanserli hastalarda denenen 16-18 saatlik açlık sonucu, tıpkı kobaylarda olduğu gibi tümörün küçüldüğü ya da büyümeye devam etmediği gözlemlendi. İlginçtir ki kanserin sebep olduğu iştahsızlığın tümörden salgılanan kimyasallardan kaynaklandığını düşünüyoruz. Aslında vücudumuz kanserli hücreyi beslemememiz için bize sinyal gönderiyor oysa biz bu mesajı yanlış yorumlayarak daha fazla yiyoruz ve bir yandan tümörü de beslemiş oluyoruz” açıklamasında bulundu.
Genler, enerji varsa çoğalmaya devam diyor
Hücrenin enerjisini kontrol eden mtor isimli genin, bol miktarda enerji alındığında hücre çoğalmasını serbest bıraktığını vurgulayan Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, “Membrandan çekirdeğe uzanan sinyal iletim yollarının aralarında bulunan istasyonlara benzetebileceğimiz mtor geni, hücrenin enerjisini kontrol ediyor. Eğer enerji azalırsa bir nevi tasarruf yaparak hücrelerin çoğalmasını durduruyor, dolayısıyla kanserli hücrenin yayılımı duruyor. Bu prensipten halihazırda kanser ilaçlarında da faydalanılıyor, mtorları engelleyen tedavilerle bölünme sinyali durdurulmaya çalışılıyor” dedi.
Bilinçsiz açlık yarardan çok zarar verir
Açlık kavramının doğru anlaşılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Necdet Üskent, “Aslında bu yöntemin odağında karbonhidratların azaltılması var. Bir yandan vitamin ve antioksidan takviyeleri alınırken bir yandan protein ağırlıklı ama öğün sayısı az bir beslenme planından bahsediyoruz. Sodyum, potasyum gibi elektrolitlerin vücuda yeterli miktarda alınması, magnezyum gibi elektrolit dengesini sağlayan minarelerin eksiye düşmemesi çok önemli. Özellikle sodyum ve potasyumun azalmasıyla hastalar kendilerini son derece bitkin hissedebilir, ek olarak bağırsak sistemi bu yokluktan etkilenir ve düzgün çalışamaz. Ayrıca bu açlık yönteminin aşırı kilo kaybı nedeniyle vücudun gerilemesi anlamına gelen kaşeksi hastaları için uygun olmadığını da belirtmekte fayda var” şeklinde konuştu.
Üç öğün hatalı bir beslenme düzeni
Günde üç öğün yemenin sanılanın aksine kötü bir alışkanlık olduğunun altını çizen Prof. Dr. Necdet Üskent, “Özellikle kanserli hastalar kahvaltıyı atlayarak, akşam 5 civarı tek öğün beslenebilir. Buradaki önemli nokta 24 saat içinde ne kadar kalori alındığıdır. Gün içinde enerjiye ihtiyacımız olacağı için kahvaltının sağlam bir şekilde yapılması gerektiği teoride iyi bir fikir ancak bu durum kanser söz konusu olduğunda değişir. Konserveler, işlenmiş gıdalar ve kor ateşte pişirilmiş kebaplar taşıdıkları kanser tehlikesi nedeniyle alışkanlık haline getirilmemeli. Ayrıca hayvansal proteinleri azaltarak bitkisel proteinleri artırmak çok kıymetli. Özellikle kırmızı ve sarı renkli sebzelerde kuvvetli antioksidanlar olduğu için beslenme düzenimizin içinde her zaman olmalı. Allium isimli antioksidana sahip soğan ve sarımsak da kanserle mücadelede bol bol tüketilmeli. Muz gibi çok tatlı meyvelerden ise uzak durmakta fayda var ya da en azından daha yeşil olanlar tercih edilebilir” dedi.
Zayıflar, kilolulara oranla daha uzun yaşıyor
Vücudun bir kilo yağ dokusunu beslemek için kilometrelerce damar yapması gerektiğini açıklayan Prof. Dr. Necdet Üskent, “Bunun sonucunda da önündeki yol uzadığı için kalp daha fazla yoruluyor. Yağ oranı ve damar uzunluğunun aynı oranda arttığı unutulmamalı. Fazla kilo bu yüzden sadece kanserde değil, kalp ve damar hastalıklarında da kritik bir yere sahip” diye konuştu.
Kanserli hücre hayatta kalmak istiyor
Kanser hücresi de aslında bizim hücremiz ve kulağa garip gelse de yaşamak istiyor, bunun için mücadele veriyor diyen Üskent, “Kemoterapiyle karşılaştığında direnç geliştirebilen genler yardımıyla, vücudu tedaviye duyarsızlaştırarak hayatta kalmaya çalışıyor. Tıp dünyası olarak, ölümsüzlük konusunda başarılı olan kanser hücrelerini çoğalmamak için ikna etmeye çalışıyoruz. Ayrıca kanser tedavisinin kemoterapi, radyoterapi ya da immünoterapiden ibaret olmadığı bilinmeli. Bu uygulamaların yan etkilerini de başarılı bir şekilde yönetmek tedavinin bir parçası. Örneğin bazı kanser türlerinde, son derece işe yarayan immünoterapinin, tiroid ve hipofiz hormonlarının baskılanması gibi hiç ummadığımız yan etkileriyle karşılaşabiliyoruz” dedi.
Diyabet ilaçları ve kanser yakından bağlantılı
Nişasta, ekmek ve karbonhidratlar azalınca aradaki farkın daha iyi anlaşılacağını belirten Üskent, “Çok enerji alan tüm kanser hastalarıma intermittent fasting yani aralıklı orucu öneriyorum ve kendilerini bir şeker hastası gibi görerek beslenmelerini istiyorum. Rahim ve menopozdan sonraki meme kanserlerinin en büyük sebeplerinden biri obezite. Kanser hastaları obeziteye yaklaştıkça hastalık nükseder. Diyabet hastalarının kullandığı metformin, glukofen ve glifor gibi ilaçların, tümörü tetikleyen insülin benzeri büyüme faktörü-1 hormonunu ve mTOR genini baskılayarak meme, rahim, pankreas ve karaciğer kanserlerini azalttığına dair yayınlar mevcut. Ayrıca meme kanseriyle ilgili yapılan epidemiyolojik çalışmalar, glifor kullanıldığında kanserin yayılma oranı ve hızını düşürdüğünü gösteriyor” dedi.
Tüm kanserlerin yüzde 12-16’sını oluşturan akciğer kanseri, kadınlar ve erkeklerde kansere bağlı ölümlerin en başında geliyor. Prof. Dr. Çağatay Saim Tezel, akciğer kanserinin nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Saç boyaları ile kan hastalıkları arasındaki ilişki, uzun süredir bilim dünyasında tartışılan bir konu. Hematoloji Uzmanı Doç. Dr. Aysun Halaçoğlu, özellikle eski nesil saç boyalarının kanserojen etki gösterebileceğine dikkat çekiyor. Halaçoğlu, bu nedenle saç boyama alışkanlıklarında daha güvenli yöntemlerin tercih edilmesi gerektiğini vurguladı
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şirin Seçkin, “Ebeveynler çocuklarının yanında dijital teknolojileri ne kadar çok kullanırsa, çocukların bilişsel ve psikososyal yetenekleri o kadar fazla zarar görür. Dikkat veya dürtü kontrolü, daha az prososyal davranış (başkalarına yardım etme, empati kurma, bağış yapma gibi durumları kapsar), daha az bağlanma ve daha fazla içselleştirme ve dışsallaştırma sorunları ve çocukta da yüksek ekran kullanım sürelerine neden olmaktadır” dedi