Sezaryen oranlarında düşüş sağlandı
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, “Sezaryenin tıbbi gereklilik dışında tercih edilmesi, hem anne hem bebek sağlığı üzerinde bazı riskler oluşturmakta hem de doğurganlık kapasitemizi sınırlamaktadır” dedi
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, “Sezaryenin tıbbi gereklilik dışında tercih edilmesi, hem anne hem bebek sağlığı üzerinde bazı riskler oluşturmakta hem de doğurganlık kapasitemizi sınırlamaktadır” dedi
İstanbul İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Abdullah Emre Güner, bu yıl kentte 80 milyon 800 binden fazla muayene gerçekleştirildiğini belirtti
Uzm. Dr. Gülnaz Ulusoy, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığına karşı yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi
Vajinal doğum nedir ve kimler için uygundur?
Vajinal doğum, bebeğin annenin doğum kanalından geçerek dünyaya geldiği doğum yöntemidir. Dr. Soysal, bu doğum şeklinin genellikle aşağıdaki durumlarda tercih edildiğini vurguladı:
-Anne ve bebeğin genel sağlık durumunun iyi olması
-Bebeğin doğum pozisyonunun uygun olması
-Annede doğuma engel bir anatomik veya medikal sorun bulunmaması
-Gebelik haftasının tamamlanmış olması
-Önceki doğumun vajinal yolla gerçekleşmiş olması
Eğer bu koşullar sağlanıyorsa, vajinal doğum hem anne hem de bebek için birçok yönden avantaj sağlar.
Anne sağlığı üzerindeki etkileri
Vajinal doğum, annenin hem doğum sonrası iyileşme sürecini hem de uzun vadeli sağlık durumunu olumlu yönde etkileyebilir. Cerrahi müdahale gerektirmediği için, genellikle daha hızlı bir toparlanma sağlar ve anneliğe adaptasyon sürecini kolaylaştırır. Dr. Soysal, kısa vadede vajinal doğumun avantajlarını şu şekilde belirtiyor:
-Daha kısa sürede iyileşme
-Cerrahi komplikasyon riskinin düşük olması
-Emzirmeye daha erken başlanması
-Hareket kabiliyetinin kısa sürede geri kazanılması
Uzun vadede ise:
-Pelvik taban kaslarında zamanla zayıflık gelişebilir
-İlk aylarda cinsel ilişkide ağrı veya isteksizlik görülebilir
-Rahim içi yapışıklık riski daha düşüktür
-Annelik duygusuna adaptasyon süreci daha hızlı gelişebilir
Bebeğe sağladığı avantajlar var
Vajinal doğum sadece anneler için değil, bebekler için de birçok fayda sağlıyor. Op. Dr. Sema Soysal bu faydaları aşağıdaki şekilde sıralıyor:
-Doğum kanalından geçerken akciğerlerdeki sıvılar atılır, bu da solunum problemlerinin riskini azaltır.
-Doğum sırasında bebeğin doğum kanalındaki faydalı bakterilerle teması bağışıklık sistemini güçlendirir.
-Anneyle erken ten teması ve emzirmeye daha çabuk başlanması, bebekte bağlanma duygusunu geliştirir.
Vajinal doğumla dünyaya gelen bebekler, doğum kanalındaki yararlı mikroorganizmalarla temas ettikleri için, sezaryene göre daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olabilirler. Ayrıca doğumdan hemen sonra emzirmeye başlanması, bu bağışıklık desteğini artırır. Sezaryen oranlarındaki artışın ardında sadece tıbbi nedenler yok. Anne adaylarının ağrı korkusu, doğumu planlama isteği, bazı sağlık çalışanlarının olası komplikasyonlara karşı sorumluluktan kaçınma eğilimi gibi sosyal etkenler de bu durumu etkiliyor. Ayrıca ileri yaş gebelikler, çoğul gebelikler ve daha önce geçirilmiş sezaryen öyküsü de tıbbi nedenlerle sezaryeni zorunlu kılabiliyor.
Psikolojik katkıları bulunuyor
Vajinal doğum yapan annelerde, doğum sürecini tamamlamış olmanın verdiği başarma hissi sayesinde özgüven artışı yaşanabiliyor. Doğal olarak salgılanan oksitosin hormonu annenin gevşemesine ve bebekle sağlıklı bağ kurmasına katkı sağlıyor. Bu da annenin doğum sonrası döneme daha hızlı adapte olmasına yardımcı oluyor. Op. Dr. Sema Soysal’a göre, ağrı korkusu kadınları vajinal doğumdan uzaklaştıran en temel psikolojik engellerden biri. Bu korku, kaygı düzeyini artırarak doğum sürecinde panik yaratabiliyor ve doğumun doğal ilerleyişini sekteye uğratabiliyor. Doğru eğitim ve psikolojik destekle bu korkunun üstesinden gelmek mümkün. Dr. Soysal cerrahi müdahale gerektirmeyen bu doğum yönteminde iyileşme süreci çok daha hızlı olduğunu söylüyor. Vajinal doğumun avantajlarını ise şu şekilde belirtiyor:
-Hastanede kalış süresi daha kısadır
-Hareket kabiliyeti daha çabuk geri gelir
-Bağırsak ve mesane fonksiyonları kısa sürede normale döner
-Günlük yaşama dönüş süreci sezaryene göre daha rahattır
Vajinal doğuma hazırlık süreci nasıl olmalı?
Anne adayları doğuma pelvik taban egzersizleri (Kegel), çömelme egzersizleri, yürüyüş ve yoga ile hazırlanabilir. Ayrıca nefes ve gevşeme teknikleri, doğumun daha rahat geçmesini sağlar. Doğuma hazırlık kursları, eşli doğum planlaması ve profesyonel destek de oldukça önemlidir. Op. Dr. Sema Soysal, doğum korkusunun azaltılması ve vajinal doğumun teşviki için toplumsal düzeyde bilinçlendirme çalışmaları yapılması şart olduğunun altını çiziyor. Eğitim seminerleri, doğuma hazırlık kursları ve medya desteği ile doğal doğuma olan güven artırılabilir. Dr. Soysal, “Vajinal doğum vücudu bozar” düşüncesi bilimsel dayanağı olmayan bir inanış olduğunu belirtiyor. Sağlıklı bir şekilde gerçekleşen doğumun kalıcı hasara yol açması beklenmez. Geçici değişiklikler olabilir; ancak doğru bakım ve egzersizlerle beden kısa sürede toparlanır.
Sezaryenin zorunlu olduğu durumlar nelerdir?
Bazı beklenmedik olumsuz durumlarda ise sezaryen hayat kurtarıcı olabilir. Dr. Soysal sezaryenin gerektiği durumları şöyle sıralıyor:
-Bebeğin oksijen eksikliği yaşaması (fetal distres)
-Uygun olmayan doğum pozisyonlar
-Plasenta sorunları
-Doğumun ilerlememesi
-İleri yaş gebelik, çoğul gebelik
-Anne sağlığını tehdit eden kronik hastalıklar
Bu gibi durumlarda sezaryen kararı, hekimle anne adayının birlikte alacağı, tıbbi gerekliliğe dayalı bir karardır. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Sema Soysal, anne adaylarının doğuma yönelik korkularını aşmaları ve bilinçli tercihler yapmaları için profesyonel destek almalarını öneriyor. Vajinal doğumun hem fiziksel hem de psikolojik faydaları göz önüne alındığında, doğru bilgi ve hazırlıkla güvenle gerçekleştirilebileceğini vurguluyor.
Son dönemde yaşanan orman yangınları sonrası ortaya çıkan duman ve küllerin solunum yolu hastalığı bulunan vatandaşları olumsuz etkileyebildiğini belirten Medical Park Karadeniz Hastanesi’nden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, “Yangın alanında veya çevresinde bulunan kişiler son derece dikkatli olmalı. Çünkü yanma sırasında ortaya çıkan gazlar ve tozlar insan sağlığı açısından ciddi riskler taşır” dedi
Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr –Geçen günlerde Sivas’ın Koyulhisar ilçesine bağlı Kalebaşı Köyü’nde yaşayan Süleyman ve Nilüfer Tütüncü çiftinin 1,5 yaşındaki bebeklerinin ensesine kene yapıştı. Aile, Metehan’ı önce Reşadiye Devlet Hastanesi’ne götürdü, ardından bebek KKKA şüphesiyle Tokat Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Burada yoğun bakımda tedavi altına alınan Metehan, tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.Metehan’ın cenazesi ailesi tarafından teslim alındı ve köyüne getirildi. Kalebaşı’nda düzenlenen cenazede dikkat çeken bir detay vardı: Katılan herkesin maske taktığı görülüyordu. Bu görüntüler, KKKA’nın insandan insana bulaşma riskiyle ilgili soru işaretlerini de beraberinde getirdi.
Vaka sayılarının gün geçtikçe arttığı bölgelerde özellikle Metehan bebek örneği, uzmanların daha derinlemesine incelemeler yapmasına neden oldu. Peki, KKKA gerçekten insandan insana bulaşır mı? Maske zorunluluğu bir önlem mi yoksa toplumsal bir refleks mi? İşte cevabı.
‘HER KENE HASTALIK TAŞIR’ İDDİASI DOĞRU DEĞİL
Yaz aylarının korkulu rüyası haline gelen keneler, 2000’li yılların başından bu yana Türkiye’nin gündeminden düşmüyor. Ancak uzmanlara göre, doğadaki her kene ölümcül değil. Halk arasında yaygın olan “Her kene hastalık taşır” inancı gerçeği yansıtmıyor.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Pınar Karadeniz, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsünün yalnızca belirli türdeki keneler tarafından taşındığını vurguladı. Bu virüs, Bunyaviridae ailesinden nairovirus grubuna ait tek sarmallı bir RNA virüsü. Türkiye’de en sık hastalık bulaştıran kene türü ise Hyalomma Marginatum. Dr. Karadeniz, “Her kene hastalık taşımaz ancak KKKA, Lyme hastalığı, Tularemi, Anaplasmoz ve Babesyoz gibi pek çok ciddi enfeksiyonun taşıyıcısı olabilirler. Türkiye’de en sık görülen ve en ölümcül olan hastalık KKKA’dır” diyerek uyarıda bulundu.
NE ZIPLIYOR NE DE UÇUYOR, DİPLERE SAKLANIYOR
Türkiye’deki ilk KKKA olgularının 2002 yılında Tokat, Sivas, Yozgat, Gümüşhane, Trabzon, Giresun ve Artvin’de görüldüğünü belirten Dr. Karadeniz, “Kesin tanı 2003’te kondu. Ancak geriye dönük incelemeler, 1990’lı yıllarda da vakaların yaşandığını ama tanı konulamadığını gösteriyor” dedi. Dr. Karadeniz, KKKA vakalarının özellikle kenelerin aktifleştiği bahar ve yaz aylarında arttığını, iklim değişikliği, sıcaklıkların yükselmesi, yabani hayvanların yayılımı ve tanı yöntemlerindeki gelişmeler nedeniyle hastalığın daha sık görülmeye başladığını ifade etti.
Kenelerle ilgili bir başka yanlış bilgi de zıpladıkları veya uçtukları yönünde. Oysa durum çok farklı. Dr. Karadeniz, kenelerin yalnızca yavaşça sürünerek vücuda tırmandığını ve ısırıklarının genellikle ağrısız olduğunu söyledi. En çok tercih ettikleri bölgeler ise saç dipleri, kulak arkası, koltuk altı, kasık, bel çevresi, bacak içleri.
KENEYE KOLONYA DÖKMEYİN ÇÜNKÜ…
Keneyle karşılaştığınızda ilk yapılması gereken şey panik yapmadan sağlık kuruluşuna başvurmak. Ancak zaman kaybetmek istemeyen ya da sağlık hizmetine erişemeyen kişiler için Dr. Karadeniz şu tavsiyelerde bulundu:
Vücudunda kene gören birinin yaptığı en yaygın yanlışlardan bir tanesi ise üzerine kolonya ya da alkol dökmek. Uzm. Dr. Karadeniz, bu maddelerin keneyi strese soktuğunu ve kusmasına neden olabileceğinin altını çizerken kenenin virüs taşıması halinde, bu durumda bulaşma riskinin de artabileceğini iletti.
Gelelim bir kişinin keneyi kendi müdahalesiyle çıkarması halinde izlemesi gereken adımlara. Uzm. Dr. Karadeniz kenenin mümkünse tek parça halinde çıkarılması gerektiğini, doğru kene çıkarma işleminde amaçlanan kenenin gövde kısmının parçalanmadan uzaklaştırılması olduğunu iletti. Kenenin gövdesi parçalandığında eğer kene enfekte ise etrafa yayılan patojenler derideki çiziklerden ya da sokma yerinden içeri girebileceğini ileten Uzm. Dr. Karadeniz, “Keneyi temiz ağzı sıkıca kapalı bir kapta saklayarak sağlık kuruluşuna götürmek tanı açısından faydalı. Götürülemiyorsa çıkarıldıktan sonra kapalı bir kutu içinde yakılarak ya da alkole atılarak yok edilmeli” açıklamasında bulundu.
Uzm. Dr. Karadeniz, kenenin bir kişiyi ısırması halinde ani yüksek ateş, şiddetli baş ağrısı, kas eklem ağrısı, halsizlik, bulantı-kusma, gözlerde kızarma, ishal, karın ağrısı, deri altı kanma (peteşi-ekimoz), burun kanaması, diş eti kanaması, morluklar, iç kanama, koma, şok, çoklu organ yetmezliği yaşayabileceğinin altını çizdi.
CENAZEDE NEDEN MASKE TAKTILAR?
1,5 yaşında hayatını kaybeden Metehan bebeğin cenazesinde dikkat çeken maske detayını açıklığa kavuşturan Uzm. Dr. Karadeniz açıklamalarını şöyle sürdürdü.
Tam 23 senedir hayatımızda olan ve özellikle yaz aylarında yapılan pikniklerin korkulu rüyası olarak görülen kene sandığımızdan çok daha fazlası. Keneleri daha yakından tanımak ve en çok nerelerde görüldüğünü, keneye karşı alınabilecek önlemleri iseArtvin Çoruh Üniversitesi Orman Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Temel Göktürksıraladı.
TÜRKİYE’NİN BATISINDA DAHA AZ GÖRÜLÜYOR
Özellikle İç Anadolu’nun kuzeyi, Orta Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde kene vakalarının daha sık görüldüğünü ileterek açıklamalarına başlayan Prof. Dr. Temel Göktürk, “Keneler yaban hayvanlarının sıklıkla görüldüğü, ziyaret ettiği alanlarda görülebilr. Yaban hayvanlarının haricinde ise bölgede hayvancılık yapılıyorsa bu alanlarda kenelerin görülme ihtimali daha fazla”dedi. Kenelerin göçmen kuşlarla da taşınabileceğini aktaran Prof. Dr. Göktürk, kenelerin daha çok otlayan hayvanlar yoluyla taşındığının altını çizdi.
Türkiye’de tarımda çok yoğun bir şekilde tarım ilaçlarının kullanıldığının altını çizen Prof. Dr. Temel Göktürk, “Bizim tarım ilaçlarını yoğun olarak kullandığımız alanlarda kenenin de yaşama şansı olmuyor. Türkiye’nin batı bölgelerindeki tarımsal faaliyetlerde ilaç kullanımı yoğun olduğu için keneler bu bölgelerde daha az oluyor. Ancak İç Anadolu’nun kuzeyi, Doğu Anadolu’nun bazı bölgeleri ve Karadeniz’in orta kısımlarında küçükbaş hayvancılık yapıldığı için bu bölgelerde kene ve dolayısıyla KKKA virüsü taşıyan keneleri daha sık görülüyor“ dedi.
‘EN ÇOK İDRAR VE TER KOKUSUNA GELİYORLAR’
Kenelerin yalnızca küçük hayvancılığın yapıldığı bölgelerde görüldüğünü düşünmek hata olabilir. Şehir merkezinde bir piknik alanına gittiyseniz ya da ülkenin batısında yaşıyor olsanız bile buralarda nadir de olsa kenelere rastlayabilirsiniz. Bir göçmen kuş bulunduğunu yere kene taşımış olabilir ya da piknik yaptığınız yerden yabani hayvanlar geçmiş olabilir, en düşük ihtimalle siz piknik yapmadan önce bulunduğunuz yerde bir keçi ya da koyun otlamış olabilir.
Bu nedenle piknik alanlarında kene mağduru olmamak için bazı önlemler almanız gerekir. Prof. Dr. Temel Göktürk, şu cümlelerle vatandaşları uyardı:
Üreme, tüm canlılar için yaşamın temel yapı taşlarından biridir. Erkeklerde üreme yeteneğinin temelini oluşturan sperm üretimi ve olgunlaşması, oldukça hassas ve karmaşık fizyolojik süreçlerle gerçekleşir. Bu süreç; testislerde başlayarak hem lokal mekanizmaların hem de beyinle testisler arasında işleyen nöroendokrin sistemin kontrolü altında sürmektedir. Fertilite, bir çiftin doğal yollarla gebelik elde edebilme kapasitesini ifade etmektedir. Bu potansiyelin olumsuz etkilenmesine ise “infertilite” yani kısırlık denilmektedir. Dünya genelinde yaygın kabul gören tanıma göre, infertilite; bir çiftin düzenli ve korunmasız cinsel ilişkisine rağmen 12 ay veya daha uzun süre boyunca gebelik elde edememesi durumudur. Erkek kaynaklı infertilite, tüm infertilite vakalarının yarısını oluşturur.
Obezite ve sigara kısırlık nedeni
Çocuk sahibi olma hayaliyle yola çıkan evli çiftlerin korunmasız ilişkilerine rağmen uzun süre çocuk sahibi olamaması çiftler üzerinde toplumsal baskılara neden olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre infertilitenin sebebi bazen anne adayı bazen de baba adayı olmaktadır. Aşırı kilo, sigara-alkol, düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam çevresel kimyasal ve fiziksel nedenler her iki cinsiyetin de ürümesindeki olumsuzlukta etkili olabilmektedir. Ancak erkeklerdeki diğer sağlık problemleri de infertilite riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Erkeklerdeki infertilite riskini artıran sebeplerin başında şunlar gelir:
1- Testis dışı hormonal veya sistemik problemler (pre-testiküler nedenler)
2- Testislerin kendisinden kaynaklanan hastalıklar (primer testiküler bozukluklar
3- Spermin taşınmasında meydana gelen sorunlar (post-testiküler bozukluklar)
4- Nedeni henüz belirlenememiş olgular (açıklanamayan infertilite)
İnfertilite sebepleri kolayca belirlenebiliyor
İnfertilite şüphesi olan erkeklerde tanıya ulaşmak için öncelikle üreme öyküsü alınmalı ve semen analizi yapılmalıdır. Bununla birlikte testis boyutları ve kıvamı gibi fiziksel bulguların değerlendirilmesi, tanı açısından kritik öneme sahiptir. Gerektiğinde daha ileri tetkiklere başvurulabilir. Sperm DNA hasarı analizi, genetik testler, antisperm antikor tayini, hormonal profiller, radyolojik görüntülemeler ve sperm fonksiyon testleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Hormonal bozukluklar da erkek infertilitesinin önemli nedenleri arasında yer alır. Hipofiz bezi hastalıkları, tiroid fonksiyon bozuklukları, prolaktin yüksekliği, testosteron eksikliği gibi birçok endokrin problem doğurganlığı olumsuz etkileyebilir. Hipogonadizm (testosteron eksikliği) , hem biyokimyasal hem de klinik belirtilerle seyreden bir diğer önemli durumdur. Bu hastalarda testosteron replasman tedavisi (TRT), hormon seviyelerini normal sınırlara çekmeyi ve semptomları hafifletmeyi hedefler. Ayrıca erkek genital sisteminde enfeksiyon varlığı kesin bir şekilde doğal yolla gebeliği engelliyor olmasa da, semptom veren enfeksiyonların tedavisi önerilir.
Yaşam değişiklikleri bebek sahibi olma şansını artırıyor
Bazı mesleki faktörler ve çevresel toksinler de testis fonksiyonlarını olumsuz etkileyebilir. Diğer yandan, boşalma bozuklukları (örneğin anejakülasyon ya da retrograd ejakülasyon) da tedavi edilmesi gereken önemli durumlardır.
Cerrahi tedavi gerektiren erkek infertilitesi vakaları da iki temel gruba ayrılır:
1-Altta yatan cerrahi sebebin tedavi edilebildiği patolojiler:Varikosel için subinguinal mikrocerrahi varikoselektomi, sperm kanal tıkanıklıkları için vazovazostomi, epididimovazostomi ya da ejakülatuvar kanal cerrahileri uygulanabilir.
2-Altta yatan sebebin cerrahisinin mümkün olmadığı durumlar:Özellikle non-obstrüktif azoospermi (menide hiç sperm bulunmaması) vakalarında mikro-TESE (mikrocerrahi testiküler sperm ekstraksiyonu) gibi ileri girişimler gerekebilir.
Sperm elde etmek amacıyla uygulanan yöntemler arasında PESA, MESA, TESA, TESE ve mikro-TESE gibi teknikler, infertilite tedavisinde önemli yer tutar. Sonuç olarak, erkek infertilitesine neden olan çok sayıda faktör vardır ve tedavi şekli, sorunun kaynağına göre değişiklik gösterir. Ancak hangi tedavi yöntemi seçilirse seçilsin, yaşam tarzı değişiklikleri tedavi başarısını artırabilir. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, tütün ve alkol kullanımının bırakılması, stresin azaltılması gibi unsurlar doğurganlık üzerinde olumlu etkiler sağlar. Özellikle sigara kullanımı sperm kalitesini ciddi şekilde düşürürken, ideal kiloda kalmak ve aktif bir yaşam tarzı benimsemek hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı destekler. Tedavi sürecine olumlu bir ruh haliyle yaklaşmak da başarı şansını artıran önemli faktörlerdendir.