Tarafımız Belli mi?

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ehl-i kitap’tan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz, onların çıkacaklarına ihtimal vermemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın azabı hiç beklemedikleri bir yerden geliverdi; Allah yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. O hâlde ibret alın, ey akıl sahipleri!” (Haşr, 59/2) Bu ayet, tarih boyunca haktan sapıp zulüm yolunu seçen, kendini dokunulmaz sanan toplulukların nasıl zelil kılındığını haber verir. Bugün bu sahnelerin bir benzeri, siyonist israilin üzerinden yeniden cereyan etmektedir. Yıllarca masum halkları yurtlarından süren, çocukları yetim bırakan, hastaneleri, okulları, camileri yerle bir eden bu rejim; artık kendi kurduğu tuzakların pençesine düşmektedir. Allah’ın adaleti şaşmaz, hesabı tehir etse de mutlaka gelir. Zulümle abat olunmaz; zalimin mühleti varsa da mazlumun duası arşı inletir. Bugün israil siyonizmi, arkasına aldığı emperyalist destekle Gazze, Filistin, Suriye, Lübnan ve Yemen’de yürüttüğü sistematik katliamlarla yetinmeyip, bölgeyi daha da karıştırma hedefiyle İran’a saldırdı. Fakat hesap etmediği direnişle karşılaştı. Gelişmiş savunma sistemlerine rağmen hipersonik füzelerin hedefi oldu. Halkı korku içinde sığınaklara kapanmak zorunda kaldı. Ülke dışına çıkmalarına dahi izin verilmeyen siviller, adeta canlı kalkan gibi kullanılmaktadır. Ne kadar destek alırsa alsın, zulüm üzerine kurulan bu yapı çökecek; Netenyahu hükümeti tarihin çöplüğünde yerini alacaktır. Ancak böyle bir dönemde asıl mesele, bizim durduğumuz yerdir. Siyonist zulmün karşısında biz hangi saftayız? Bugün bazı İslam ülkelerinin yöneticileri, çıkar kaygısı ve koltuklarını kaybetme korkusuyla sessizliğe bürünmüş durumda. Lüks içinde yaşarken ümmetin çektiği çileye kulaklarını tıkayanlar, sadece kendi halklarının değil, tarihin ve Rabbin huzurunda da sorguya çekileceklerdir. Çünkü bu sessizlik, zulme ortaklıktır. Mümin ise zulme sessiz kalamaz; eliyle müdahale edebiliyorsa eliyle, edemiyorsa diliyle, o da olmazsa kalbiyle buğz eder. Lakin bu sonuncusu da imanın en zayıf derecesidir. Müslüman halkların yeri ise açıktır: Irkı, rengi, coğrafyası, mezhebi ne olursa olsun “Ancak müminler kardeştir” (Hucurât, 49/10) ilkesiyle bir araya gelmek zorundadır. Düşmanımız zalim siyonisttir. Karşımızdaki bu küresel zulme karşı, fer’î ayrılıkları geride bırakmalı, ümmetin maslahatını öncelemeli ve “bir duvarın birbirine kenetlenmiş taşları gibi” (Saff, 61/4) saf tutmalıyız. Bu gibi hassas dönemlerde, mezhep, ırk veya siyasi görüş ayrılığı sebebiyle Müslümanlara düşmanlık etmek asla kabul edilemez. Çünkü asıl düşman bellidir ve onun karşısında saflarımızı netleştirmeliyiz. Allah Teâlâ’nın şu duasını daima dillerimizde ve kalplerimizde taşımalıyız: “Rabbimiz, kalplerimizde müminlere karşı kin bırakma.” (Haşr, 59/10). Bu duanın gereği olarak, her bir mümin kalbini, sözünü ve tavrını kardeşliğe yöneltmelidir. Birlik olmadan izzet, dirlik ve zafer mümkün değildir. Münafıklar, zalimlerle yan yana yürüyebilir; izzeti onların yanında arayabilir. “Ancak izzet, yalnızca Allah’ın, Resulü’nün ve müminlerindir” (Münafıkûn, 63/8). Bizim tarafımız bellidir: Müslüman’dan yana, mazlumdan yana, hak ve adaletten yana… Kalbimizle, duamızla, eylemimizle, boykotumuzla siyonizmin karşısında yer almak her birimizin sorumluluğudur. Allah’ım! Siyonistleri ve işbirlikçilerini zelil ve perişan eyle. Güçlerini dağıt, kalplerine korku sal, planlarını boşa çıkar, onları birbirlerine düşür. Müslümanlara ise birlik, dirlik, kardeşlik ve zaferler nasip eyle. Âmin.